0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

34. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

13. GECE YARISI BASKINI.

Sözcükler ancak onları sana söyleyenle bir bağ kurarsan kalbini kırabilir ve onarabilir.

Deren'de beni eşit miktarda tüketen iki şey vardı. Ruhuma bakan gözleri ve ruhuma inen sözcükleri.

Bu yüzden gözlerine bakarak bir cevap beklemek ruhuma zarar veriyordu. Karina'm öldüğünden beri hissettiğim o yalın yalnızlığa ve ıssız gecelere onun gözleri, sözleri dahil olmuştu. Ben uyuyamam ama o uyutabilirdi, ben gülemezdim ama o gülümsetebilirdi. Ve ben bunları yapmasını istesem de o artık sadece acıtabilirdi. Fakat yine ruhum kendisi olurdu.

Ailemin sessizliğinde Deren'den bir yanıt beklerken o yanıtın ne kadar derinime ineceğini işte böyle düşünüyordum. Hissizmişim gibi görünsem de o an bana evet derse boynuna atlayabileceğimden bile korkuyordum. Deren'in gözleri bir boş bakışla yüzümde sabit kaldıktan sonra dudakları aralandı. "Hayır."

Cevabı beklediğim gibi olsa da farkında olmadan beslediğim umudumu katletmişti. Duygularımdaki kırılmayı hissettirmeden, "Neden?" diye sordum. "Neden Nil'i göremem? Bir kez diyorum, sadece bir kez."

"Neden olduğu açık değil mi? Kızımı kaçırdın. Deli miyim ben? Neden kızımı görmene izin vereyim?"

Tamam, kaçırmıştım ama anlatmıştım da. Evet, ne kadar anlatırsam anlatayım sebeplerim geçerli kılınmayacaktı ama son bir kez bile mi olmazdı? "Deren," diyerek başladım. "Senden hiçbir şey istemem bundan başka ama lütfen, Nil'i bir kez görmeme izin ver. Üstelik sen de demiştin onun beni görmek istediği..."

"Çünkü o senin tarafından kaçırıldığının farkında değil," dedi kızmaya başlayarak. "Seni iyi birisi sanıyor."

"Ha... Kötüyüm yani ben," dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Anlattıklarıma rağmen hâlâ Nil için kötü birisiyim ben öyle mi?"

Gergince başını çevirip aileme baktıktan sonra birkaç adım uzaklaştı ve ben de onu takip ederek masadan uzaklaştığımda, "Başka bir şart koş," dedi.

"İstediğim başka bir şey yok."

"Yok tabii..." alay edercesine güldü. "Benimle ilgili umurunda olan tek şey Nil. Benim bir değerim yok!"

"Öyle değil," dedim ama diğer türlüsünü nasıl açıklayacağımı, anlatacağımı bilmiyordum. Ne tutuyordu beni, ondan bile tam emin değildim. "Nil'e olan duygularımı söylemiştim sana, onu sevdiğimi de. Özledim diyorum ya, özledim! N'olur bir kez görsem?"

Aynı kararlılıkla, "Olmaz," diye tekrarladı.

"Neden?"

"Güvenmiyorum sana."

Sözcüklerin derine inmesi böyle bir şeydi işte, körlemesine ruhunuza sahip olması. Aramızda ikili ilişkilerin temelinde olan o duygu eksikti: güven. Bunu zaten bilsem de dudaklarından duymak kötü hissettirdi. "Güvenmiyorsun," diye tekrarladım. "Hiç mi? Biraz bile mi?"

"Hiç," dedi, gözlerini sol kolumda dolaştırarak.

Bağırıp çağırmayı, ona, Nil'e asla zarar vermeyeceğimi söylemeyi istiyordum ama haftalarca aksini hissettirdikten sonra bunları söylemenin ne kıymeti olacaktı? 

Deren'e doğru biraz yaklaştım ve ellerim, yarısı açık gömleğinin kenarlarından tutunca bakışları parmaklarımı takip etti. Islak kumaş parçasını avuçlarımda sıkarak gözlerimi üzüntüyle kırpıştırdım. "Lütfen," dedim fısıldayarak. Başparmağımı gömleğinin içinde, göğsünde dolaştırdım. "Güvenmiyorsun ama sen yanımızdayken Nil'e ne yapabilirim? Onu tekrar alırım diye korkuyorsan anlarım ama asla yapmam. Yanımızdan bir saniye olsun ayrılmazsın."

Seslice yutkunmasını izlerken, "Yapamam," dedi. "Bunu yapamam. Benden başka bir şey iste."

Omuzlarım düştü. "Ama benim... bir çocuğun sevgisine ihtiyacım var, anlamıyor musun?"

Deren'in gözlerinde açığa çıkan o üstü örtülü şefkat hissini görünce umudum canlılık kazandı. Fakat başını hızlıca sallayıp benden uzaklaşmak adına iki adım geriye giderken, "Sana iyilik yapmak adına kızıma kötülük yapmayacağım," dedi. "Sen de biliyorsun Nil için en iyisi seni unutması, çünkü hayatında var olamazsın."

"Sen de şunu biliyorsun; Nil'in hayatında var olamamam senin de hayatında var olmayacağım anlamına geliyor."

Sanki ona, bana davrandığından daha acımasız davranıyormuşum gibi kaşlarını çatarak yumruğunu sıkınca ben de geri adımladım. Aileme dönüp yemek masasına, huzursuz görünen abilerime bakarken, "Akşamki iş için geleceğim ama şimdi gitmem gerekiyor," dedi İtalyanca. "Akşam da işe başlarım."

Dante ona, "Düzgün bir şeyler giy," dedi. "Benim eski takımlardan vereyim mi sana?"

"Eskini sikerim," dedi Deren ama Türkçe.

"Küfür müydü bu?" dedi Salvador abim, bu kelimeye aşinaymış gibi.

Deren bir cevap vermeden ruhsuzca bana döndü ve yüzüme, gözlerime bakıp başını salladıktan sonra yönünü kapıya çevirdi. Gitmek üzere olduğunu anlayınca ayağımı yere vurup peşinden ilerledim. "Deren, bari uzaktan göreyim. Kendimi fark ettirmem, görüp geri dönerim. Bir dakika bile olur, çok bir şey istemiyorum."

"Çok şey istiyorsun," diyerek omzunun üstünden döndü. "Hem de çok büyük bir şey istiyorsun. Senin için basit olabilir ama benim için çok zor! Ben... her şeyden önce sizi bir araya getirmek için can atıyordum Karmen ama bu her şeyden önceydi. Mahvettin böyle bir hayali! İkinizi de hayatımda istiyorum ama yapamıyorum! Ne kadar zor, anlayamazsın!"

Doğru, benim için kolay ama onun için çok zordu. Ona zarar vermeyeceğimi bilse bile yapamıyordu, güvenemiyordu, gururuna yediremiyordu. Bunun bizi götürdüğü nihai sonuç, Deren'in hayatında asla yer alamayacağımdı.

"Karina'yı çok özlüyorum," dedim, duygularımı dudaklarımdan bırakarak. "Ama onu göremem. Bari görebilecekken Nil'i göreyim."

"Nil'i görmek için Karina'yı kullanma," dedi.

Bu cümle o kadar acımasız geldi ki, canım yanmış gibi bir ses çıkararak nefes almayı kestim. Bunu gerçekten aklından geçirmiş olduğundan emin olmak için gözlerine bakmak istedim ama gözlerini yummuş, kaşlarını çatmıştı. Yapmayı düşündüğüm ilk şey onu kolundan tutup kapıdan çıkarmak olsa da gözlerini açıp acı dolu gözlerle bana baktığında harekete geçmedim. Bunu, böyle düşündüğü için yapmıyordu, canımı yakmak istiyordu.

Gözlerim yaşarırken, "Aşk," diye fısıldadım. "Nefrete ne kadar yakınsın."

Geriye doğru iki adım attım ve Deren sanki üzerime gelecekmiş gibi hareket edince, arkamı dönüp süratle asansöre yöneldim. Katta olan asansörü açıp içine girdiğim gibi en üst kata çıkmaya başladım. Asansörden bir çığlık atarak çıktım ve odama girip kapıyı çarptığım gibi ellerimi yüzüme kapatıp ağlamadan hıçkırdım. "Sen yapma bari Deren, beni acıtmak için Karina'yı kullanma."

Sen de Nil'i kullandın.

Ellerimi yüzümden arkaya kaydırıp saçlarımı diplerinden çektim ve odamda uyuşan bacaklarımla yürüyüp camdan baktım. Deren telefonuyla konuşuyordu. Kimi aradığına şüphe yoktu. Nil’le konuşuyor olmalıydı. Fakat belli ki ben bir daha onun sesini bile duymayacaktım.

"Her gün bana böyle davranmana mı katlanacağım?" diye bağırdım ona ve o arazi kapısından çıktığında arkamı dönüp yatağıma ilerledim. Kızımın fotoğrafını alıp onun gülüşüne sığınırken, "Seni kullanmak için, bana üzülmesi için seni özlediğimi söylemiş değilim," dedim, sanki o da beni yanlış anlamış gibi. "Duygularımdan bahsetmek istedim ama... sanırım yapmamalıyım. Ben her şeyi sadece sana anlatmalıyım."

Gülüşündeki dişlerine bakıp defalarca saydığım gibi saydım.

"Ama bana öfkesinden söylüyor Karina, yoksa o da seni seviyor." 

Gözlerimdeki yaşlar görünmez olana kadar odamda kalıp ardından çıktım. Bir alt kata inip babamın odasının kapısını tıklattım ve gelen komutla beraber içeriye girdim. Babam elindeki tableti bırakıp bana döndüğünde, "Neden yaptın?" diye sordum. "Neden korumam olmasını söyledin?"

"Se... ni seven bir... birisi..."

Babama Deren’le olan özel ilişkimizi anlattığım için biliyordu, demek gördüğünde de bunu düşünmüştü. Dört köşeli, büyük yatağının ucuna oturup, "Seviyor," dedim. "Ama bu sevgi ne işe yarayacak ki?"

Gözlerime derin derin bakıp elini akülü[SE1]  sandalyesinin kenarında dolaştırdı. "Se... seni iyi... leştirecek."

Az önce yaralandığımdan habersizce söylüyordu bunu. İyileştirecek... Nasıl, nasıl? İmkânsızdı, aşikârdı. Deren nasıl iyileştirebilirdi beni, canımı bu kadar çok yakmak isterken? Babam sandalyesiyle önüme kadar geldiğinde kafamı olumsuzca sallıyordum. Yüzümün altından tutup öpmek için alnıma eğildi. "Aşkı için... guru... gururundan vazgeçen," dedi babam ve konuşmayı denerken zorlanması buzları kalbime doğru batırdı. "... aşk için öl... ölür de."

Benim için ölebileceği için iyi bir koruma da olacağını düşünüyordu ama Deren gururundan vazgeçmiş değildi. "Bu saatten sonra o benim başımı okşamaz bile baba, hafife alıyorsun öfkesini."

Babam, kendinden eminmiş gibi başını iki yana sallayıp yanaklarımdan da öptü. "İste... istediğin..." kenara doğru kayan ağzına üzülerek baktım. "... zaman... gönderebilirsin."

Zaten gidecekti, kendisi de söylemişti. Mark'ın ölmesine sayılı günler vardı, ardından Deren yok olacaktı. Hayatıma da Mark'tan nefret ettiği için girmişti, demek ki Karina'yı gerçekten sevmişti.

Babamın kapısı tıklatıldığında dönüp baktık. Dante abim kapıyı açıp bize baktıktan sonra, "Kahvaltıya in," dedi.

"Yemek istemiyorum."

"Yiyeceksin," dedi Dante ve destek istiyormuş gibi babama baktığında o da kafasını salladı. 

"Yiyemiyorum," diye kalktım ve odanın çıkışına ilerledim. Yanından geçerken abim kolumdan kavrayıp yüzüme yakından baktı. "Sen yemediğinde lokmalar bizim de boğazımıza diziliyor." Duraksadı. "Angel kruvasanını afiyetle yiyor, orası ayrı..."

Sinirleri bozulmuş şekilde gülen o kadın bendim.

Abimle birlikte, o bir çocukmuşum gibi elimden tuttuğu için aşağı indim. Masaya sakince oturup Sara'nın yenilediği kahvemi içmeye başladım. Yengem benim için kruvasan ayırmıştı, onu yerken çıtırlığını beğendiğimi düşündüm. 

Biraz atıştırdıktan sonra yemek masasından kalktım. Kahvemle beraber dışarıya çıkıp korumalara göz atarken birkaç tanesini seçmiştim. Bu gece, sabaha karşı Mark'a bir ziyaretimiz olacaktı, yanımıza dövüşmesini ve silah kullanmasını en iyi bilen adamları alacaktım. İçeriye geri dönüp kendi katıma çıktım ve odama yürürken gözlerim önünden geçtiğim boş bir odada durdu. Bir süre kalıp oraya ilerledim, kapıyı açıp içerideki sade tasarlanmış misafir odasını inceledim. 

Burayı Karina için hazırlama kararı vermiştim.

O yaşamıyor olsa da —öldüğünü anmak hâlâ çok zordu— bir odası olsun istiyordum.

"Sarı ve beyaz onun en beğendiği renkler, bu odayı da sarı ve beyaz eşyalarla dekore etmeliyim.”

Kafama koyduklarımı yapmak üzere oradan çıktım, odama girdim. Geniş komodinime ilerleyip rafı açtım, Sara'nın haftalık getirdiği dergileri alıp odamdaki beyaz yün halı üstüne oturdum. Sayfaları çevirip bebek odası mobilyalarına bakmaya başladım. "Bu yatak çok güzelmiş, hem örtüsü de sarı, odada güzel durur. İçi boş kalacak olsa da..."

Birkaç mobilya daha bakıp Roche Bobois mağazasını aradım, müdürüyle konuşmak istediğimi söyledim. Adımı ve soyadımı verdiğimde sesine gelen daha saygılı tonu fark ettim, abilerimi tanıyordu. Kendisine istediğim mobilyalardan bahsettiğimde derhal göndereceğini söyledi ve abilerime selamını iletip telefonu kapattı.

Odamın kapısı tıklatılınca, "Girin," dedim ve Enrica nefes nefese başını uzattı. "Buldunuz mu?" diye sordum.

"Evet efendim, keskin nişancı arka bahçede."

Yerden kalktım ve çıkardığım topukluları giyip komodinin üzerinden silahımı aldım. Odamdan çıkıp asansöre binerken Enrica yanımdaydı. Dışarıya çıkıp arka bahçeye yönelince dizlerinin üstüne çökmüş kadını gördüm. Demek ki keskin nişancı bir kadındı, beni öldürmek istemişti. Sarı, küt saçları ve yoğun kâhkülleri vardı. Simsiyah badi ile simsiyah pantolon, dizine kadar çizmeler giyinmişti. Korumalar onu omuzlarından bastırdığı için öfkeli halde kalkmaya çalışıyordu.

"Sen mi yaptın?" diyerek karşısında eğildiğimde öfkeli gözleri beni buldu. "Suratımdan mı vuracaktın?"

"O aptal adam olmasaydı," dedi.

Burnumdan soluyup elimi saçlarına geçirdim ve diplerinden çekerek kafasını arkaya yatırdım. "Ölmeden önce yaptığın son şeyin Deren'e hakaret olmasından hiç hoşlanmadım."

Çığlık atmamak için dudaklarını sertçe birbirine bastırıp elini elime götürdü çekmek için. "İki saniye geç kalsaydı seni öldürmüş olacaktım."

"Bunu da başarı listene mi ekleyecektin?"

"Keşke," dedi diş sıkarak.

"Rüyanda, sürtük." Saçlarını bırakarak doğruldum ve dönüp Enrica'nın boynundan kravatını çözdüm. Tekrar eğilip yumruğumda ezdiğim kravatı kadının ağzına tıkarken çığlık atmayı denedi ama ağzı dolduğu için başaramadı. Korumalarımızın üzerindeki kıyafetler tek tipti, özenle dikilmişti, kravatta R harfi işlenmişti. Kargaşada, çatışma sırasında onları tanımamız, Russolara ait olduğunun anlaşılması için özellikle yapmıştık. "Sana bu kadardan fazla vakit ayıramam."

Önlemimi aldıktan sonra diğer elimdeki silahımı kaldırdım. Namluyu alnına hedef aldım ve o ölecek olmasına rağmen kinle bana bakıyorken alnının ortasından vurdum. Kurşunun girişinden sonra kafası arkaya yattı ve kanlar etrafa sıçrarken vücudu yeşil çimlerin üzerine sırtüstü düştü.

Elimi götürüp nabzına dokundum. Elbette atmıyordu.

"Kaldırın," diyerek cesedin başından doğruldum ve evime yürüdüm. Açık kapılardan girip evin en alt, âdeta dipte yer alan katına girdim. Bu kat teçhizat içindi ve bir saldırı karşısında saklanabileceğimiz odalar mevcuttu. Ayrıca buzhane ve saklandığımız durumda tüketeceğimiz konserve benzeri yiyecekler vardı. Silahların saklandığı salonun kapısından girip etrafımda bir tur döndüm. Birkaç güzel silah ile tüfek seçtim, hepsini bir çantaya koydum. Korumaların hepsinin daima yanında silahları vardı ama giderken çantayı da almak istiyordum.

Çantayı koridora çıkardım ama gitmemize daha vakit olduğundan yanıma almadım. Orada bırakıp üst kata çıktım ve odama geçerken Noah'ın kapıdan Marianne'i kucaklayarak girdiğini gördüm. Marianne'in elinde bir buket pembe gül vardı. İnce askılı mavi elbise giyinmişti ve ilk kez neşeli görünüyordu. Abimin saldırıdan haberi olmadığını anladım ve gözleri benimle birleştiğinde, "Hoş geldiniz," dedim.

Noah bana göz kırparken Marianne utangaç şekilde gülümseyip kısık sesle, "Beni yere bırak," dedi abime.

"Bırakmıyorum," dedi abim, onu kollarında döndürmeye devam ederek. "Kollarıma aitsin."

"Noah... Utanıyorum, lütfen."

"Neyden? Az önce beni kendin öptün ya."

Marianne daha da utanarak, "O zaman baş başaydık," dedi.

Abim eğilip onun yanaklarından öptükten sonra yere bıraktı. Marianne üstünü düzeltip çiçeklerini göğsüne yerleştirirken, "Merhaba," dedi bana. "Nasılsın?"

"İyiyim. Güllerin çok güzel, abim mi aldı?"

"Evet," dedi ve buketin içinden bir tane çıkardı, yaklaşıp bana uzattı. "Alır mısın? Senin olsun."

"Teşekkürler," diyerek aldım ve Noah yanıma gelip beni öptüğünde, "Salvador abim seni görmek isteyecektir," dedim. "Katına çık istersen."

Huzursuzlanmaya başlayarak, "N'oldu?" diye sordu.

"Abimlerle konuşursun," dedim ve onun pürüzsüz yanağından öpüp yanından geçtim. Bir tane gül ile üst kata çıkıp odama girdim. Yatağımda uzanırken gülü kokluyor, Deren'i düşünüyordum. Güller aklıma onun, Karina'mın mezarına koyduğu çiçekleri getirmişti. Artık onu daha sık görecektim, her gün burada olacaktı, nasıl kayıtsız kalacaktım? Göğsünde taşıyacağı o R işlemeli kravatı boynuna ben takmak isterdim.

Birazdan kapım çok ani şekilde açılınca hayal dünyamdan çıkıp çatık kaşlarla kapıya döndüm. Noah'ın endişeyle odamda ilerlemesini izledim. Yatağıma kadar gelip beni doğrulturken, "Salvador abim anlattı," dedi. "O adam gelmiş, keskin nişancı getirmiş, seni vurmayı denemiş. Özür dilerim, affet! Sebebi benim!"

"Bir şey olmadı, iyiyim ben," derken üzerinden gelen tanıdık parfüm kokusunun verdiği güveni hissediyordum. "Keskin nişancıyı öldürdüm bile."

Elini kafama koyup saçlarımı diplerinden doğru okşarken, "Deren fark etmiş, ilk hamleyi o yapmış," dedi. 

Muhtemelen babam buna şahit olmuştu, Deren'i korumam yapmasındaki ilk sebep de buydu.

"Bu işlerin içinde birisi, gözlemleri kuvvetli."

"Bir de koruman olmuş," dedi abim, gözlerini devirerek. "Derdi ne, anlayabilsem."

"Salvador ve Dante'ye söylemezsen sana bir şey söyleyeceğim," dedim fısıltıyla. 

Sesimdeki heyecanı duymuş olmalı ki gülümsemeye başlayıp, "Sırrımız," diye söz verdi.

Salvador ile Dante daha fevri oldukları için bunu paylaştığım ilk kişi Noah'tı, o daha yumuşak ve anlayışlıydı. Gülümsememi bastırmaya çalışıp, "Deren bana âşık olmuş," dedim. "O yüzden yanımda, korumam, bırakamıyor beni."

Noah kaşlarını kaldırıp inanamamış gibi baktı bir müddet. "Aşk mı? Bu haldeyken mi?"

"N'olmuş ki?"

"N'olmuş mu? Adamın kızını kaçırdın, o da kafana silah dayadı, seni hapse tıktırdı, biz seni hapisten kaçırdık, adamı vurduk, sonra..."

Gönülsüzce kabul ederek, "Tamam, birbirimize biraz zarar vermiş olabiliriz," dedim.

"Biraz?"

"Abi!" Sesimi yükselttim. "Konuya odaklanır mısın? Deren bana âşık, kendisi itiraf etti. Bana zarar vermeyecek, sakın onun üzerine gitmeyin olur mu?"

Dilini ısırarak düşündü. "Ben anlamıştım aslında sana hisleri olduğunu ama intikam almak için geldiğini düşünmüştüm. Belki âşık olduğunu söylemiştir ama niyeti başka olabilir Karmen..." omzumu sıktı. "Dikkatli ol, seni kandırıyor olabilir."

İç çekerek, "Karina'yı da seviyor," dedim.

"Bir saniye ya..." kaşlarını çattı Noah. "Siz bu kadar şeyi nerede konuştunuz?"

Hesaplayamadığım soru için durup yutkundum ve yalan söyleyerek, "Sabah," dedim. "Ayaküstü söyledi."

İnanmadığı çok açık olsa da üstüme gelmedi. Kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldığımda sırtımı aşağı yukarı okşayarak, "Koruman olabilir," dedi. "Ama evden, özellikle bu kattan uzak duracak. Sapıkça bir niyetini fark edersem öldürürüm onu!"

Şey, peki ben onu odama alabilir miyim?

Bu soruyu dillendirmedim ve Noah odamdan çıkınca bir an önce akşam olmasını bekledim. Deren döneceğini, geleceğini söylemişti. Saatler sonra odamdan çıktığımda bahçedeki telaşı, koşuşturmayı gördüm. Korumalar piste inen helikopterlere eşyaları, hazırladığım çantayı götürüyorlardı. İki helikopterle yola çıkacaktık, birinde korumalar diğerinde biz olacaktık. Salvador abim elinde bir kadehle dışarıda, bu koşturmacayı takip ediyordu. Noah'sa benim gibi kapının önünde izliyordu. 

Kıyafetimi değiştirmiştim, rahat olacağım bir giysi giyinmiştim. Vücudumu saran, tek parça, önden fermuarlı bir tulumdu giydiğim. Silahımı koymak için de yalnız belime kemerimi takacaktım. Siyah, biraz topuklu olan ayakkabılarımı da geçirmiştim.                    

"Akşam oldu, nerede kaldı bu adam?" diye merdivenlerden inen Dante'yi gördüm. Gömlek kol düğmesini iliklerken çok asabi görünüyordu. "Şunu ilikle Karmen."

Ona doğru birkaç adım gidip kol düğmelerini iliklerken, "Bir kol düğmesini bile ilikleyemiyorsun," diye seslendi Noah ona. "İyi ki evlenmek gibi bir düşüncen yok, karına yazık olur."

"Karım olursa hiç giyinmeyiz ki," dedi Dante bana göz kırparak.

Noah kapının oradan gülerek, "O zaman karına daha da yazık olur," dedi, pis bir imayla.

"Siktir git."

Dante iliklenen kol düğmelerine bakıp başını kaldırdı ve yanağıma teşekkür öpücüğü bırakıp dışarıya ilerledi. "Yeni korumamız hâlâ gelmedi değil mi?"

"Birazdan gelir," dedim.

"Hiç zahmet etmesin ya, biz onu alırız, helikopteri istediği yere indiririz..." abim söylene söylene Noah'ın yanına gitti ve onun atıştırdığı bademlerden yemeye başladı. "Biliyor musun yüz bin euro maaş istedi. Bir ara evde kalmayı da isteyecek diye korktum."

Noah bu ihtimalden korkmuş gibi, "Sakın yanında söyleyip aklına sokma böyle bir şeyi," dedi.

Dante de bu düşünceyle ürperdi. "Tanrı korusun."

Elimi dudaklarıma kapatıp istemsiz gülüşümü saklarken bir yanım gülmemi şaşkınlıkla karşılıyordu. Gülerken korumaların hareketliliğini görüp arazi kapısına baktım, bir araç açılan kapıdan girmişti. Bahçe yangından sonra temizlenmişti. Deren'in geldiğini anladığımda hızla arkama döndüm, korumalar için özel dikim olan kravatı salona koyduğum koltuktan alırken çantamı da unutmadan tekrar kapıya yöneldim. Deren yeni bir araçla malikânenin önüne geldiğinde dudaklarımı ısırıyordum.

"Bu aracı nereden bulmuş, arabasını daha dün yakmıştım," dedi Dante.

"Güzelmiş yalnız," dedi Noah, aracı süzerek. "Acaba bu kadar aracı hangi parayla alıyor..." düşünceli şekilde gözlerini kısınca gergince yutkundum. Parasını çalanın Deren olduğunu anlıyor muydu? Eğer anlarsa yeni bir düşmanlığın ateşi yanabilirdi.

"BMW yeni seri mi?"

"Herhalde," dedi Noah.

Kapıdan çıkıp abilerimin yanından geçerken şoför kapısının açıldığını gördüm. Deren'in inmesini beklerken Yaman'ın indiğini görmek şaşkınlık verdi bana. Bu da yetmedi Yaman arkaya gidip kapıyı açtı, Deren kapıdan çıkarken takdir ediyormuş gibi Yaman'ın yanağını okşadı.

Yaman'ın sakin kalmak adına gözlerini kapatışını buradan bile gördüm.

"Bu ne havalar?" dedi Dante. "Şoförüyle mi gelmiş? Bu adam korumamız olduğunun farkında mı?"

"Korumam," diye düzelttim istemsizce ve abilerim aynı anda bana döndüğünde, ifadesiz suratıma bir gülümseme kondurmaya çalışıp onları yumuşattım. 

Ardından geniş basamaklarını indim. Salvador abim Deren'e doğru ilerlemişti, Deren de ona. Abimin arkasından yaklaşırken Deren'in gözleri onun omzunun üstünden beni takip etti. Üzerine siyah bir takım ve bordo renginde gömlek giyinmişti. Erkeklerin bu takım konusundaki ısrarcılığına abilerimden alışkındım, daha fazla ciddiye alındıklarını sanıyorlardı ve haklılardı. Fakat Deren'in en sevdiğim hali çıplak haliydi.

Salvador abim, "Hoş geldin," diyerek soğuk şekilde onu ağırladığında, Deren de gözlerini bende tutarak, "Hoş buldum," dedi.

Abimin bakışları Deren'in arkasında kalmış, evi izleyen Yaman'a döndü. Ben de onu süzdüm. Beyaz gömlekle koyu gri pantolon giyinmişti. Bakışların farkında olup bize döndü ve beni gördüğünde hafifçe dudağını kıvırdı. "Merhaba eski patron."

"Tüm olanlardan sonra burada olmana şaşıramıyorum bile," dedim.

Deren bir adım öne çıkıp Yaman ile aramıza girdi ve birbirimizi görmemize engel oldu. Tepkisiz kalıp abime döndüğümde, Deren'e Yaman'ı gösteriyordu. "Bahsettiğin bu adam mı? Sen bizi korurken o da seni mi koruyacak."

"Evet," dedi Deren. "Temennim hemen ölmesi."

Abim bu öfkeye anlam veremeyince kulağına doğru eğildim. "Yaman, size bahsettiğim, Nil'i kaçırırken bize yardım eden adam. Deren, onun kızından uzak durması için göz önünde tutuyor."

Salvador abim bu açıklamam sonrasında Deren'i süzdü. "Neden öldürüp kurtulmuyorsun?"

Deren bu sorudan hoşlanmayarak çenesini sıvazladı. "Öldürürüm belki."

Yaman İtalyancayı pek bilmiyordu, anladığı basit kelimelerdi. Bu yüzden konuşulanları sadece dinliyordu. Ayrıca Deren'in onu neden öldürmediğini biliyordum. Kızımdan sonra sevdiğim bir insanı daha kaybetmemi istemiyordu, en azından ben böyle tahmin ediyordum ama bir noktada Yaman'a tahammül edemeyebilirdi.

"Peki o neden buna rıza gösteriyor?" diye sordu Salvador.

Bunu ben de merak ediyordum. Yaman ölmekten korkan bir adam değildi. İstese durmazdı Deren'in yanında, onu bağlayan bir sebep olmalıydı.

"Bu Yaman’la benim aramda," diye abimi cevaplandırdı Deren. "Korumamla özelimizi paylaşamam."

Salvador abim gökyüzüne doğru bakarak dişleri arasından solurken, elimdeki ipek kravatı okşayarak, "Merak ediyorum," dedim Deren'e Türkçe. "Ne kadar maaş veriyorsun?"

"Hiç vermiyorum," dedi.

Bunun üzerine Yaman düz bir sesle ekledi. "Olanı da alıyor."

"Ne gibi?"

"Benzin parasını ben ödüyorum."

"Her neyse," diyerek böldü Deren, sıkılmış gibi. "Benim bir kızım var, boşa para harcayamam. Her bir kuruşum onun geleceğinin teminatı." Salvador'a baktı. "Ne zaman gidiyoruz?"

Salvador abim sinirden kızarmış boynunu ovalayarak ilerideki pisti gösterdi. "Helikopterler hazır, birazdan kalkacağız. Biz öndeki helikoptere bineceğiz sen ve korumalar diğerine."

Deren gözlerini kısarak uzaklara bakarken ben de onun gözünün kenarındaki çizgilere daldım. "Ben de sizin helikoptere bineceğim."

Abim elindeki silahı sinirle sıkarak, "Korumasın, yerini bileceksin," dedi.

"Karmen'in korumasıyım," dedi Deren, üstüne basa basa. "Onun yanında olacağım. Ya helikopterde korumasına ihtiyacı olursa?"

Yaman ağzının içinde homurdandı. "Helikopterde ne ihtiyacı olabilir yahu, kemerini mi bağlayacaksın..."

Deren ters ters ona bakarken, Salvador aynı itirazı İtalyanca belirtti. "İhtiyacı olmaz, abileri olarak biz yanındayız."

"Olabilir," diyerek itirazını sürdürdü Deren. Elleri ceplerindeydi, omuzları gergindi. "Ya helikoptere saldırı düzenlenirse? Birinin Karmen'i koruması gerekir. Ya da... Pilot kalp krizi geçirebilir, birinin helikopteri kullanması gerekebilir."

Abim tüm bu geçersiz sebepleri dinledikten sonra, "Kullanmasını biliyor musun?" diye sordu.

"Hayır ama çabuk öğrenirim."

Aynen, pilot kalp krizi geçirmeden önceki bir dakikada öğretir sana...

Ayaklarıma doğru bakarken bu saçmalıklarına hafifçe dudak kıvırdım. Akşam güneşi yüzümde batarken, "Tüm saçmalıkların bittiyse korumaların olduğu helikoptere gidebilirsin," dedi abim.

"Yazı tura yapalım," dedi bu kez Deren.

Başımı çevirip dudaklarımı kıpırdattım ona doğru ve bunu fark eden Deren dudaklarımı takip etti. Uzatma artık.

"Yazı tura mı? O nedir?"

Deren gözlerini dudaklarımdan koparırken kendi dudaklarını yaladı ve genzini temizleyip Yaman'a döndü. "Bozuk para ver."

Arkadaşım elini kumaş pantolonunun cebine atarken, "Söylemiştim," dedi.

Bozuk parayı uzattı ve Deren de alıp abime döndü. Salvador abim bozuk paraya düşünceli şekilde bakarak, "Yazı," dedi, az çok anlayarak.

"Tura," dedi Deren ve bozukluğa bakarken sanki parayı etkileyebilirmiş gibi kızgın göründü. Ben gözlerimi devirirken de parayı başparmağının üstüne yerleştirip diğer bir parmağının yardımıyla havaya uçurdu. Para havada çevrilirken geri çekildik ve bir Türk lirası yere düşünce hepimiz başımızı eğip baktık.

Tura gelmişti.

"Teşekkürler Ata'm," diyerek eğilip parayı aldı Deren ve doğrulurken de cebine attı.

Parayı geri almak için avucunu uzatmış olan Yaman ona düz düz baktı.

Onun kazandığını gören abim derin bir nefes verip boynundaki kravatını gevşetti. "Bu kez öyle olsun," dedi. "Şanslı günündesin piç."

Deren kazanmanın kibriyle meşgul olduğu için abime pek aldırmadı ve Salvador diğer abilerimin yanına ilerledi. Onu bir süre takip ettikten sonra boşluğu doldurup Deren'in tam karşısına geçtim. Abilerim ağır ağır helikoptere yürüyorlardı. Deren kara gözlerini koyu gözlerime dikip beni baştan aşağıya süzmeye başlarken başparmağını altdudağının çizgisinde yavaş yavaş gezdirdi.

Beni dudaklarına çeken hareketi görmezden gelmeye çalışarak, "Abilerimi çok zorluyorsun," dedim. "Korkmuyor musun, yoksa ciddiye mi almıyorsun?"

"Ciddiye alıyorum ama korkmuyorum. Ben yalnız bir şeyden korkarım bu hayatta."

Korkmadığı açıktı, yaşattıklarımdan sonra korkacağı daha büyük bir şeyin olmadığını fark etmişti belki de. Ona öyle bir kaybetme korkusu yaşatmıştım ki, asla başka bir korkusu bu kadar büyük olmayacaktı.

"Böyle uzun uzun bakacak mısınız birbirinize?"

Yaman'ı duyunca Deren’le aynı anda bakışlarımızı başka taraflara çevirdik. O Yaman'a, "Sen Karmen'e mi bakıyorsun ki onun bana baktığını görüyorsun?" diye boş yere takılırken, ben de Deren'e kırgın hissetmeme rağmen bu kravatı boynuna neden takmak istediğimi sorguluyordum.

Onlar atışırken Deren'e bir adım daha gittim ve parmak uçlarımda hafifçe yükseldim. Kendisine karşı yaptığım hareketleri hemen fark edip başını bana çevirirken kravatı gömlek yakası üzerinden oturtup uçlarını önüne düşürdüm. Gözlerine bakamadan, gömlek düğmelerine bakarak kravatını takarken, parmaklarım kazayla kalbine değdi ve içimden ürperti geçti.

"Kravat takmak isteseydim takardım Karmen." Nefes nefese kalarak söylemişti bunu.

"Bunu takmak zorundasın," diye açıkladım kravatın içinden geçirdiğim kısmı aşağıya sertçe çekerek. "Tüm korumalarımız takar. Kravatın arkasında R harfi işlemesi var. Russolar, Russolara ait korumalar seni her yerde tanır. Bir imza gibi düşünebilirsin."

"Ben Ateş'im, Russolara ait değilim," diye kızıp kravatı çıkarmaya çalıştı.

Elini sertçe ittim ve iterken bile avuçiçime değen parmaklarındaki kemiklere bakıverdim. "Ben senin patronunum, dediklerimi yapmak zorundasın. İstemiyorsan kapı orada!"

Kaşlarını çatıp dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı ama bir daha kravatı çıkarmayı denemedi. Bozduğu kısmı ve gömlek yakalarını düzeltip ceketinin iki tarafına hafifçe vurduğumda, "K harfi falan olsaydı bari," dedi.

Yaman Deren'in ensesinden yaklaşıp, "Yakıştı," dedi. Onu gıcık etmek için söylediğine yemin edebilirdim.

Deren elini ensesine götürüp Yaman'ın nefesinden rahatsız olmuş şekilde, "Ne geziyorsun ensemde piç!" dedi.

Yaman geri çekilip onu huzursuz etmekten memnun şekilde bana göz kırpınca bu iki ayrı dünyaların insanlarına iç çekip Deren'den uzaklaştım. "Abimleri bekletmeyelim, gidelim."

"Bir sigara içeceğim, beklesinler," dedi Deren, cebinden tableti çıkararak.

"On dakikadır niye içmedin be adam!"

"Abine saygımdan karşısında içmedim." Açıkça alay ediyordu.

Tabletten bir dal çıkarıp dudakları arasına koyduktan sonra tableti uzatıp bana da teklif etti. Elimin tersiyle geri çevirdim ve Deren sigarasını içerken korumaların da helikoptere gitmesini izledim. Yüzüme gelen dumanı fark ettiğim sıralarda da Yaman bana yaklaşıp kulağıma eğildi. "Gece ile konuşuyor musun?"

Ona göz attım. "Evet, neden sordun?"

"Buraya geldiğimden haberi yok, söyleme olur mu?"

Gülümsedim. "Tabii ki söylemem."

Yaman rahatlamış şekilde geri çekilince Deren gözlerini ondan ayırmadan sigarasının devamını içti ama sessiz kaldı. Bir dakika kadar sonra Deren sigarasını bitirip izmaritini ilerideki çöpe salladıktan sonra nihayet yürümeye başladık. Yalnız bir an Deren'in bacağındaki küçük aksamayı fark ettim ve kurşun yarasıyla alakalı olup olmadığını çok merak ettim. İlerlerken Angel'ın evin kapısından elinde bir şey tutarak çıktığını gördüm. Bizim gibi helikoptere koşuyordu.

Öndeki helikoptere ulaştığımızda Salvador abimin Angel'ı fark edip dışarı çıktığını gördüm. Yaman, Deren'in koruması olarak uçağa girerken ben de göz ucuyla abime baktım. Angel kese kâğıdına koyduğu bir şeyi abime uzatarak, "Yolda giderken yersin diye hazırladım," diyordu.

Deren yanımda bir gülme sesi çıkararak uçağa adım atınca Salvador abim ona öfkeyle bakıp yengeme döndü. "Şunu yapmaktan vazgeç artık! Adam öldürmeye gidiyorum ben, farkında mısın? Yolda yiyeyim diye bir şeyler hazırlayıp durma!"

"Aşk olsun kocam!" Angel’ın yüzünün düşmesine şaşırmadım. "Acıkabilirsin, enerjiye ihtiyacın olur diye hazırlıyorum. Şekerin düşer diye endişe ediyorum."

Salvador abim küçük yaşlarından itibaren şeker hastasıydı. Şu an otuz dört yaşındaydı, ilk teşhis konulduğunda da on beş. Angel onun yemeklerine çok dikkat ederdi. Abim gözlerini kapatıp kese kâğıdını onun elinden aldı ve gözlerini açtığında daha sakince, "Bir de huysuzluk ediyorum, teşekkür ederim meleğim," dedi yüzüne eğilerek, pervanelerin sesi yüzünden bağırarak konuşuyordu. "Senin gibi tatlı bir karım varken benim şekerim düşer mi ki? Ancak yükselir."

Angel hemen gülümseyip ellerini göğsünde gezdirdi. "Çelik yeleğini giymişsin."

"Tabii ki. Çünkü ölemem. Sana dönmeliyim."

"Dönmezsen ben de ölürüm, biliyorsun."

Abim onun dudağına parmağıyla dokundu. "Evin beş kilometre civarında yüzü aşkın koruma var, sana ve aileme hiçbir şey olmayacak. Aynı şekilde bizlere de."

Yengem kendini abimin kollarına atarken ben de uçağa girdim. İçerinin genişliğine, krem deri koltuklara bakarak ilerledim. Noah ile Dante yan yana oturmuş, inanamayarak bu helikoptere binen Deren ve Yaman'a bakıyordu. Yaman ile Deren de çaprazdaki koltuklara oturmuş, dik dik birbirine bakıyordu. "Yanıma oturma demiştim," diyordu Deren ona.

"Karmen yanına oturmasın diye oturdum, bayıldığımdan değil, piçliğinden."

Kendimi, koridorun diğer tarafındaki koltuğa, cam kenarına bırakırken, "Siz niye diğer helikoptere binmediniz?" diye bağırdı Dante onlara.

Deren ile Yaman karşı tarafa dönüp onlara baktılar. Helikopterde koltuk sayısı azdı ve karşılıklıydı. "Salvador ile öyle anlaştık," dedi Deren.

"Anlaşmanı sikerim," dedi Dante, dişleri arasından. Kapıyı gösterdi. "İnin!"

"Ne diyor?" diye sordu Yaman, Deren'e.

Deren gözlerini kısmış Dante'ye bakarken, "Bizi kovuyor," diye cevapladı.

"Vay piç," dedi Yaman.

"Maalesef seninle aynı fikirdeyim Yaman."

Hepsi birbirine öfkeyle bakarken Salvador abim içeriye girdi ve gelen hostes kapıyı kapattı. Salvador abim yanıma yerleşirken bu kez Noah, "Abi, bunların ne işi var?" diye sordu.

"Bu seferlik böyle," diye kısa kesti abim.

Bunun üzerine abilerim bir şey diyemedi, dönüp fısıldaştıktan sonra karşısındaki Yaman ile Deren'e sertçe baktılar. Yamanla Deren de hem onlara hem de birbirlerine dövecek gibi bakıyordu.

Bacak bacak üstüne atıp kafamı arkaya koydum ve Salvador abim gergince ensesini ovarken, kendimi Mark'ı görmeye hazırlamaya çalıştım. Mark'a baskın yapacaktık. Çok fazla huzurlu gün geçirmişti, artık kâbus görmesi gerekiyordu; ayıkken dahi.

Abimin elini yumruğumda hissedince duygularımın farkında olduğunu anlayıp yutkundum. Yanıma dönüp ona gülümserken de üzerimdeki bakışlarının yakıcılığını içimdeki buzların çatırdamasından anladım. Sol çapraza bakınca Deren'in koyu gözleri beni karşıladı. Dudak çevremde dolanıyordu bakışları. Sanki bizzat dokunuyordu dudaklarıma. Ancak birkaç saniye sonra dudaklarımla birlikte izlediğinin gülümsemem olduğunu anladım. 

"Keskin nişancıyı buldunuz mu?" diye sordu.

Altdudağımı ısırdım ve Deren kaşlarını çatarak gözlerini yüzümün yukarısına çevirince, "Öldürdüm," dedim.

"Ne ara? Ben öldürmeyi düşünmüştüm."

Ben cevap vermeden, "Ne konuşuyorsunuz?" diye sorarak gözlerini açtı Salvador. "İtalyanca konuşun Karmen, biz de anlayalım."

Deren, abimin bu söylediğinden hoşlanmayarak dudaklarını sıktı. "Ayrıca," diye ekledi abim, ona keskin bir bakış atarak. "Senin korumansa Karmen Hanım, diye hitap etmeli, diğer korumalarımızın hepsi öyle yapıyor."

Deren'in ağzı bir karış açık kaldı ve bana dönüp, "Başka bir isteği var mıymış?" diye homurdandı.

Omuz silktim. "Aslında abim haklı. Bana Karmen Hanım demelisin, aramızdaki mesafeyi kalın bir çizgiyle belirtmiş oluruz."

Deren ağzını açıp açıp kapattı. "Ben seninle arama mesafe falan koyamam! Ancak koymuş gibi yaparım!"

Yaman sessiz sessiz konuştu. "Bu adamın da bir dediği diğerini tutmuyor..."

"Tak diye çıkarırım aleti, sokarım ağzına," dedi Deren, ona silahını göstererek.

Yaman tam da tahmin ettiğim şekilde aldırmadan önüne dönünce ben de Deren'in kayıtsız kalamadığım yüzünden çektim bakışlarımı. Çünkü baktıkça bakasım geliyordu ama o yüze bakmak kötü sözcüklerin söylendiği anlara götürüyordu beni. Yarayı açanın kendisi olması, o yüzü sevmeme engel değildi ama bakarken canımı yakıyordu.

Camdan gökyüzüne bakmaya başladım ve birazdan hostesin servis yaptığını gördüm. Üzerimdeki gözlerin heyecanı, gerginliği ile sık sık yutkunurken hostesin servis tepsisinden bir kadeh şampanya aldım. Salvador abim de kadehini alınca gözlerim Deren'i buldu. O da tepsiden beyaz şampanya almıştı, Yaman ise bir şey içmiyordu. Kadının abilerime içecek verirken Dante ile fazladan bakıştığını, abimin onun kalçasını okşadığını fark etmiştim.

Kadın gözden kaybolunca Noah dönüp gözlerini devirdi ona. "Aşka inanmıyorum diye diye bütün kadınları götürüyorsun."

"Siktir git." Klasik Dante.

Abilerim konuşurken Deren tiksinerek onlara bakıyordu. Bakışındaki tiksinti, yüzünü buruşturması o kadar komikti ki dudağımın kenarı kıvrıldı.

Ve Deren benim tarafımdan izlenildiğini hemen fark etti.

Bakışlarını bana çevirip öyle bir bakışı vardı ki, alevler tenime doğru sıçrasa ancak böyle sıcak hissederdim.

Onun gözlerinden daha sıcak bir yer tanıdıysam, o yalnızca kendi cehennemimdir. 

Bana karşı yitirmediği öfkesi dudaklarımdaki gülüşü yitirdi.

Kadehimi ona doğru kaldırıp şampanyadan bir yudum içerken, Deren'in tek kaşını kaldırarak parmaklarıyla dizinde ritim tuttuğunu gördüm. Bir sabırsızlığı var gibiydi. Belki o da Mark'a yapacaklarımız için benim kadar heyecanlanıyordu.

Gergince, neredeyse herkesin birbirine düşmanlıkla baktığı süreden sonra uçağın inişe geçtiğini fark ettim. Ağrıyan ensemi ovarken de Deren'in gözlerini açtığını gördüm. Son yarım saattir gözleri kapalı dinlenmişti, ara ara öksürmüştü, içerisi karanlıktı. Elini kafasına götürdüğünü fark edince yarasının hâlâ acıyor olabileceğini düşündüm. O sırada Salvador abim sırasıyla hepimize bakarak konuştu. "Mark'a baskını sabaha karşı yapacağız, bu yüzden bir süre daha var. Gün doğumuna kadar bir evde kalacağız, sonra Mark'ın evine doğru hareket edeceğiz. Uykusunun en derin olduğu anda baskın yapacağız, korkudan gözüne uyku girdiğini sanmasam da."

"Biraz gürültü çıkarmanın zararı olmazdı," dedi Deren.

Dante ile Noah, abilerimi sorgulamasına inanamıyor gibi Deren'e bakarken Yaman da, "Beni alakadar eden bir şey var mı?" diye sordu Deren'e. "Çevirsene dediklerini."

"Seni helikopterden atmayı önerdiler, ben de kabul ettim," diye çevirdi Deren ona.

Salvador, Deren'e uyarıcı bir tonlamayla konuştu. "Ben bir karar verirsem sorgulanmaz, üzerine tavsiye verilmez. Özellikle bir koruma bunu asla yapmaz."

"Ben senin koruman değilim," dedi Deren. "Bana emir verme."

Salvador abim bana döndü. "Korumana işime karışmamasını söyle."

Deren'e emrettim. "Abimin işine karışma."

"Teşekkürler kardeşim."

"Rica ederim."

Deren öfkeli gözlerini ikimiz arasında dolaştırırken inişi tamamladık. Kemerimi çözüp yanıma aldığım çantayla doğruldum ve abilerimin arkasından çıktım. Deren de hemen arkamdan geliyordu. Ayağımı yere basarken rüzgârın saçlarıma uçuştuğunu hissettim. Rusya soğuğu kendini hemen belli etmişti.

Abilerim, inen korumalara ilerleyince yavaşlayıp arkama döndüm. Deren’le Yaman da durmak zorunda kalmıştı. Kısık bir sesle, "Bize iki dakika verir misin Yaman?" dedim.

Deren kaşlarını kaldırırken Yaman yorumsuz kalarak geri çekildi, bizden uzaklaşıp bir paket sigara çıkardı. Ellerimi önümde birleştirip çantamı bacaklarıma yaslarken Deren'in kravatına bakarak, "Söyleme fırsatım olmamıştı," dedim. "Abimin yaptığı için üzgünüm. Yangının sana neyi, kimleri hatırlattığını biliyorum. Ben... aramızda ne geçerse geçsin sana aileni nasıl kaybettiğini hatırlatmak istemezdim, abim bilmeden yaptı."

Kendisiyle böyle bir konuşma yapmamı beklemiyormuş gibi donup kaldı önce, ardından gözlerini ilerideki abim Dante'ye dikti. Bakışları dalgındı. "Annem ve babam... Ne kadar çok oldu onları kaybedeli."

"Ne kadar çok olursa olsun fark etmez, böyle derin bir yaraya dokunulmaz," dedim.

Bir an için bana minnettar gözlerle baktı.

"Biliyor musun, o gün annem yanmaktan çok korkmuştu," diyerek sessizce fısıldadı. Bir boş bakışla önüne döndü. "Araba takla atıp tutuşmaya başladığında ben ve Utku arka kapılardan çıktık ama babamla annem ön taraftaydı. Babam ilk anda bilincini kaybetmişti, annem kendindeydi ama çıkamıyordu. Ben ve Utku onu var gücümüzle çektik ama faydasız kaldı."

Sol taraftan bastıran ağrıyla, "Ve annenin son isteğini yapıp kardeşinle oradan ayrılmıştın," diye tamamladım.

Ağır ağır başını sallarken kravatın ucunu içeriye doğru kıvırıyordu parmaklarıyla. "Annemin son isteği neydi biliyor musun?"

Bir tahminim vardı ama o gün olduğu gibi yine sormak istemiyordum.

Deren sessizliğime eşlik etmek yerine konuştu. "Tahmin ediyorsundur. Annem... Bilincini kaybetmeyip arabadan da çıkamayınca yanarak ölmekten çok korktu, diri diri yanmaktan... Çünkü araba yanmaya başlamıştı." Gözlerimizi birleştirdi. "Benden onu bayıltmamı istedi. Gerçekten yanmaktan çok korkuyordu. O acıyı hissetmekten... Utku'ya arkasını dönüp koşmasını söyledim, sonra bir taş alıp bilincini kaybedene kadar annemin başına vurdum. Kaza sırasında kafasından zaten yara almıştı, bu yüzden ona vurduğum dördüncü seferde bilincini kaybetti."

Bahsedişinde bir şey vardı, bir donukluk, kırılıp geçilmesine izin vermediği bir mesafe, derinine gömdüğü bir acı... Aslında daha içinden gelen cümlelerle, uzun uzun anlatmasını isterdim ama... kim güvenmediği birisine uzun cümleler kurardı ki?

Kafamı kaldırıp gökyüzüne doğru baktım. İri yıldızlar bana Karina'mı düşündürürken, "Genç bir adam için yaptığın şey, sonrasında bunu atlatmak zor olmuştur," dedim.

"Hayat böyle bir yer, acımasız," dedi aynı mesafeyle. "Yaşayacağım varmış yaşadım, yapacak da bir şey yok. Dilerim bir daha kimseyi böyle kaybetmem."

"Şimdi yalnızca bu yaşananların üzerinden öylesine geçiyorsun... ama üzüldün." Sen geçmişte üzülmüşsün, ben şimdi kıyamıyorum.

"Herkes üzülüyor."

"Sen üzülünce ben de üzülüyorum," dedim, dememem gerekirken. Belki de demem gerekirken.

Gözlerini çevirip bana bakışında o derinliği tekrar hissettim. Aramızdakilerin derinliği, mesafesizce bakışı, bir ana sığan kalp atışı... Yutkundu. "O zaman neden... neden bu kadar üzdün beni Karmen?"

Onu cevapsız, beni sarsıntılar içinde bırakan bu soru havada asılı kaldı. Gözlerime bakarken o da bir cevap veremeyeceğimi anlayıp cebinden tablet sigarayı çıkardı. "Sizden ayrılmadan önce dediğim... Öyle düşündüğümden dediğim bir şey değildi."

"Nil'i görmek için Karina'yı kullandığım hakkında söylediklerin mi?"

Sigarayı tutuştururken baş salladı. "Evet, içimden gelmeden söyledim."

"Senin içinden gelmeden söylediklerin benim içimden bir şeyleri alıp götürüyor."

Yüzüme bakarken şaşkınlığının kurduğum cümleye mi yoksa bu cümleyi kurarkenki soğuk yüz ifademe mi olduğunu anlamadım. Sigara dumanını yüzüme uzun uzun üflerken, "Sen benden tamamen içimi aldın," dedi. "Nil'i, kendini. Önce kızımı aldın, sonra onu verip kendini aldın. Hâlâ Nil'i kaybettiğim zamandaki gibiyim, tamamlanamıyorum."

"Senin hâlâ bir şansın var," dedim kafamı kaldırıp tekrar gökyüzündeki iri yıldıza bakarak. "Ama benim yok. Benim için mutlu bir son yok."

"Var, her zaman olabilir. Ben varsam olabilir."

Deren de kafasını kaldırıp izlediğim yıldızlara doğru bakarken, Yaman'ın bize döndüğünü gördüm. İkimize de kısaca baktı. "Bitti mi?"

Deren ona ilk kez insani şekilde yaklaşıp baş salladı. Ardından sigarasını dudaklarından çekip kararsızca baktıktan sonra içmem için uzattı. Bir iki saniye baktım ve kalanını içmek için aldım. Uzun zamandır içmiyordum, bu kez alma sebebim nedendi bilmiyordum. Sigarayı içerken hararetle konuşan korumalar ile abilerime baktım, her şeyin altını tekrardan çiziyorlardı.

Deren beni izlerken ve Yaman sessizliğimize eşlik ederken sigarayı üç nefeste bitirip etrafımda atacak bir yer aradım. Arazideydik, yangın çıkmaması için söndüğünden iyice emin olup attım ve o sırada gözlerimin önündeki küçük hareketi gördüm. Deren'in elinin yaklaşmasını irislerimle takip ettim. Elinin içiyle çenemi tuttu ve başparmağını dudağımın kenarına kadar götürdü, sanki orada benim bilmediğim bir şey varmış gibi hafifçe sildi dudak kenarımı. Parmağının dudağıma çarptığı küçük an sıcaklık bacaklarımın arasını ısıttı. Duygularımın okunabilirliğinden endişe duyup gözlerimi ona çevirmedim ve Deren o kısmı silip elini geri çekerken, seslice alıp verdiği soluğu duydum.

"Karmen!"

Salvador abimin bağrışı beni iç sıcaklığımdan uzaklaştırdı. Deren'in yanından geçip abilerime ilerledim ve sonra da onlarla beraber eve yürüdüm. Korumalar etrafa dağılmıştı, ilk kez geldiğim bu evde bizi koruyacaklardı. Deren ile Yaman da peşimizden geliyordu. Ormanın içinde gizlenmiş gibi duran dağ evinin kapısını Noah, paspasın altından aldığı anahtarla açtı ve abilerim içeriye girdi. Ben de Salvador ile eve adımımı attım ve arkamdan Deren’le Yaman'ın da girmeye çalıştığını fark edip onlara döndüm. "Siz n'apıyorsunuz?" diye sordum.

Görüneni açıklamak istemiyormuş gibi bakıp, "Eve giriyoruz," dedi.

"Korumalar dışarıda bekliyor," dedim, etrafa dağılan korumaları göstererek.

Deren onlara doğru bakıp bana dönerken, Yaman da bir miktar tadı kaçmış göründü. "Beni onlarla bir tutmayacaksın herhalde!" dedi Deren.

"Bu sefer Deren'e katılmak zorundayım."

"Teşekkür ederim Yaman!" dedi ve bana döndü.

"Koruma olmak isteyen sen değil miydin?" diye sordum gözler önündeki gerçeği. "Korumaların yaptığını yapmaya mecbursun."

Dante ve Noah'ın kıs kıs gülüşlerini duydum. Evin içine girip gözden kaybolurken bu tavrımdan memnun görünüyorlardı. Salvador abim derhal telefonunu çıkarıp muhtemelen karısını aramak için uzaklaşırken, Deren onlara sertçe bakıp tekrar benimle buluşturdu gözlerini. "Ben senin kişisel korumanım, evin koruması değilim."

Kollarımı göğsümde kavuşturup bir süre ayağımla ritim tuttum. Gerileyip her ikisine de kapıyı açtım ve onlar içeriye girmeye yeltenirken, elimi Deren'in göğsüne koyup uyardım. "Bir odaya girip ben sizi çağırana kadar çıkmayın. Eğer korumam olarak sözlerime itibar etmeyeceksen de şimdi bu kapıdan çıkıp git. Madem korumasın, layığıyla yap."

Yorumsuzca içeriye girdiğinde Yaman onu takip etti. Dönüp baktığım kısa holü, benimle yürüdüler ve kendimizi bu yolun sonunda salonda bulunca Noah ile Dante başını çevirip bize baktı. Herkesin birbiriyle bakıştığı gergin bir an yaşandı. "Korumalar dışarıya," dedi Dante ona.

Deren, Yaman'a döndü. "Korumalar dışarıya."

Ben gözlerimi devirirken, Yaman ona bakışlarını kıstı. "Öyle mi söyledi? Hani senin korumandım, o beni dışarıya çıkarırken izleyecek misin? Dante'den mi daha çok nefret ediyorsun benden mi?"

Deren, "Senden tabii ki," dedi.

Yaman bir şey demeden arkasını dönünce, "Kal," dedim ona ve Deren sertçe bana bakarken, Dante huzursuzca söylendi. "Kendi aranızda neler konuşuyorsunuz?"

Karışıklığı gidermek adına bir adım öne çıktım. "Deren'i, korumam olarak ben içeriye aldım. Onu, beni kişisel korumam olarak işe aldık Dante. Bu yüzden onun nerede olduğu, ne yaptığı gibi kararlar bana ait."

Noah abim üzerindeki ceketi çıkarıp kahve deri döşemeli koltuğa otururken, "Ne yazık ki mantıklı," dedi ortanca abime.[SE2] 

Dante bizlere açık bir hayretle bakarak, "Delirmişsiniz," dedi.

Deren hapşırdı.

Yol boyunca aralıklarla hapşırmış, öksürmüştü. Bütün bir geceyi yağan yağmurun altında geçirdikten sonra aksinin yaşanması ancak fantastik bir karakterse mümkün olurdu zaten. Hapşırığını ağzıyla kapatıp öksürdükten sonra telefonunu kapatan Salvador abime döndü. "Saat on iki. Biz kaçta yola çıkacağız?"

Salvador abim cam önündeki berjere oturdu. "Üç dört arası."

Deren kafasını salladı ve ardından abilerimle başka herhangi bir irtibat kurmadan bana döndü. Yüzünde, kendini zorluyor gibi bir ifade vardı ama ne için olduğunu anlamamıştım. "O vakte kadar biraz istirahat edeceğim. Beni bir odaya çıkarır mısın?"

Dinlenmeyi istemesi biraz kuşku uyandırdı fakat abilerimin gözü önünden ayrılacağı için böylesi daha iyi olacaktı. Ben de bu eve ilk kez gelmiştim, üst katta birkaç oda olması gerekirdi. Salvador'a dönüp, "Deren ve Yaman'a kalacağı odayı göstereceğim," dediğimde yanımdaki iki adamı uzun uzun süzüp, "Sen geri aşağı in," dedi abim sertçe.

Önüme dönüp Deren'e, "Beni takip edin," dedim ve evi inceleyerek basamakları çıkmaya başladım. Klasik bir dağ evi olmasının yanında sıcak ve küçüktü. Üst kata çıkınca düz koridorda yalnız dört kapı gördüm. Deren'in bana, nefesini hissedebileceğim kadar yaklaştığını anladım ve kapılardan birisini açıp baktım. Geniş camların dikkat çektiği odada büyük bir yatak ile ahşap dolap vardı. Geceyi burada geçirebilirdi. "Burada dinlenebilirsin."

Deren odayı görmek için yanımdan geçerken eli elime değdi, dikkatimi çeken şey ne kadar sıcak olduğuydu. O içeriye girerken elini izledim. Elini bir yangının içinden çıkarmadıysa o kadar sıcak olmasının tek sebebi ateşi olmasındandı.

"Ben nerede kalacağım?"

Arkamdaki Yaman'a baktım. "Burada, Deren’le."

"Hayatta olmaz!" dediler aynı anda ve birbirlerine düşmanca baktılar.

Bu cevabın açıklanmaya ihtiyacı vardı. "Neden olmaz?"

Deren, "Bununla aynı yatakta uyumam!" dedi, kızarak.

"Asıl ben seninle uyumam," dedi Yaman, çenesini dikerek. "Hasta olmuş, hapşırıp duruyor. Bunca derdin arasında bir de bundan hastalık kapamam."

"Evet, o yüzden siktir git," dedi Deren ve odadaki yatağa yürürken bastırmaya çalışsa da öksürdü. 

Yaman'ın gerekçesini makul bulduğum için kendisine yan taraftaki odayı verdim ve o da Deren'den bezmiş şekilde odaya girip üstündeki ceketi çıkarırken, kapıyı kapatıp sordum. "Neden Deren'in şoförü ve korumalığını yapıyorsun? Ne için? Mantığa oturtamıyorum."

Yatağın ucuna oturup gömleğin kol düğmelerini açmaya başladı. "Aramızda bir anlaşmaya vardık."

"Yaman," diye ikaz ettim. "Bunu anladım. Seni öldürmedi ama süründürmek istiyor, serbest bırakıp hayatına devam etmeni gururuna yediremiyor. Sen neden kabul ettin?"

Gergin, düzensiz nefesler alışından aslında bunu yapmaktan zerre hoşlanmadığını anladım. Gece ile çok sakin, profesyonel, yalnız iş odaklı bir adamdı ama Deren'e sürekli karşı çıkıyordu. "Deren," diye söze başladı. "Beni Gece ile tehdit etti. Gece'yi, beni elinde tutma şartıyla bıraktı. Yoksa onu da bırakmayacaktı, Deren'i ancak istediği her şeyi yapacağımı söyleyerek ikna ettim."

Deren, Gece bir işine yaramayacağı için Yaman'ı sonsuz bir teslimiyetle eline geçirmek istemişti. Bunu yapmadan önce Yaman'ın Gece'ye olan duygusal zaafını görmüş olmalıydı. "Dönmek istiyor musun?" diye sordum ona.

Ellerini iki yana açtı. "Bir de soruyor musun? Elbette dönmeyi istiyorum. Severek mi Deren'in korumalığını yaptığımı düşünüyorsun."

"Açıkçası aranızda bir çekim var gibi."

Ortamı yumuşatmak adına söylediğim cümle sonrası oflayıp elini dizine vurdu. "Karmen... Beni şu adamdan kurtar. Yoksa ya ben onu öldüreceğim ya da o beni."

Deren'i bu konuda nasıl ikna edeceğimi düşünürken, "Gece'ye söyledim," diye itiraf ettim ona.

Gözlerime bakakaldı. "Neyi?"

"Burada olduğunu."

Yataktan fırladı. "Daha birkaç saat önce... söylemeyeceğim demiştin... Ah, o zaman zaten söylemiş miydin?"

"Evet," dedim düşünceli şekilde odada volta atarken. "Biliyor, bence üzüldü. Onu arayıp şeffaf ol, doğruyu anlat."

"Neden söylüyorsun, neden?" diye kızarak ellerini saçlarından geçirdi. Gerçekten sinirleri çok bozulmuş görünüyordu. "Ona açıklamayacağım bir durumun içindeyim, ailemin yanında olduğumu söyledim, her şeyi bozdun!"

"Gece, ona yalan söylenmesini hak etmiyor. Ayrıca bu ona açıklayabileceğin bir şey, doğruyu söylediğinde seni anlar." Gece'yi hiç mi tanımıyordu? Kırılgan olduğu kadar narin ve anlayışlıydı, her dürüst kelime kalbini yumuşatırdı.

"Bunu ona söylemek hiç doğru gelmiyor. Onu suçlar gibi, senin yüzünden der gibi, vicdan azabı hissettireceğini bilerek..." saçlarındaki ellerini bu kez ensesinde gezdirdi. "Deren'i ikna et Karmen, her şeye rağmen bu güç yalnızca senin elinde."

"Deren'i, Nil'i görmeye bile ikna edemiyorum ki Yaman..." kaş çattım. "Sen hiç gördün mü Nil'i?" 

"Hayır," dedi. "Beni yakınında tutsa da asla yaşadığı yere götürmüyor, kızının bahsini de açtırmıyor."

Yüz kaslarım bir gülümseme tarafından ele geçirildi. "Ama buradalar değil mi? Nil ve Utku İtalya'da."

"Orası kesin," dedi. "Sık sık yanımdan uzaklaşarak görüntülü arama yapıyor, karşı tarafa iki saat sonra, birazdan falan geleceğini söylüyor. Telefonu kapatamamasından ve gülümsemesinden anlıyorum Nil ile konuştuğunu."

Yakından görebilirim miydim Deren'in Nil'e gülümsediğini, sonra başını çevirip bana da gülümsediğini...

"Nil'i özledim ama Deren bana güvenmiyor."

"Ben de özledim," dedi sessizleşerek. "Deren'in buraya gelme sebebinin intikam olduğunu sanmıştım ama Mark'ı bulmak istemesi, sana yaklaşımı... Ne ara yaptın? Nasıl âşık ettin kendine? Onu daha iyi kontrol edebilmek için bilerek mi yaptın, ya da kendiliğinden mi oldu?"

Yaman bile böyle düşünüyorsa Deren de tabii ki bir duygumun olmadığını sanır.

"Birisini kendisine âşık eden sadece ben değilim Yaman."

Onun açılan gözlerine bakarak arkamı döndüm ve Yaman'ı Deren'den nasıl kurtaracağımı düşünerek odadan çıktım. Koridorda çok sessiz yürürken de Deren'in odasından konuşma sesi duyup yaklaştım, sadece saniyeler içinde anlamıştım telefon görüşmesi yaptığını. Kulağımı yasladığımda, "Hayır babacığım," diyen kısık sesini aldım. "Neden seni bırakayım, neden böyle düşünüyorsun? Birkaç saat önce seninle beraberdim, sabah olduğunda da yanında olacağım."

Demek Nil, Deren yanından her ayrıldığında babasının onu terk ettiğini hissetmeye devam ediyordu.

Belki de Deren'in öfkesinin devamlılığını sağlayan en büyük sebeplerden birisi buydu.

Nil'i dinledikten sonra, "Hayır Nil, sesim değişik çıkmıyor," dedi ama Nil haklıydı, Deren'in sesi pürüzlü çıkıyordu. "Ayrıca sen babana hesap soracağına yatıp uyusana, gece yarısı oldu yavrum."

Yüzümü önüme eğdim. Keşke Nil'in sesini de duyabilseydim.

"Bak bak bak, laflara bak; hesap sorarmış..." sesindeki tatlı bir tonla söylendi. 

Nil gülmüş olmalı ki Deren birazdan, "Yerim senin o gülüşünü," dedi, yumuşayan sesiyle. "Yarın döndüğümde saklanıyor ol, yoksa seni yanaklarından ısırmaya başlayarak yiyeceğim." 

Sustuğunda Nil'in cevabını dinlediğini anladım. Hafifçe gülerek konuştu. "Ne demek yanaklarını başkasına saklıyorsun? Kime saklıyorsun?" Homurdandı. "Nil, kızacağım ama kızım ben sana şu adamı unut demedim mi?"

Kaşlarımı çatıp kimden bahsettiğini düşünürken Deren'in sesi daha da kısıldı, odada daha uzak mesafeye gittiğini anladım. İçeriye girip Nil’le konuşmayı teklif etmek istedim ama muhtemelen bu her şeyi daha da kötüleştirirdi. 

Uzaklaşıp basamakları indim. Noah, Dante ile Salvador'un kadehlerine içecek koyuyordu. Göze çarpmadan alt kattaki mutfağı aradım ve orta tezgâhı olan, ahşap ağırlıktaki mutfağı kurcaladım. Buzdolabı boştu, zaten kimse bir şey yemezdi. Korumaların bir kısmı dışarıda hazırlanıyordu, abilerim içmeye başlamıştı. Dolapları açınca aradığım bir şeyi buldum. Bitki çayları vardı, son kullanım tarihlerine baktım; çünkü bayağıdır dokunulmadığı belliydi.

İşe yarar olduklarını fark edince etrafta su kaynatabileceğim bir şey aradım ve sonra tencere buldum, içine biraz su koyup ocakta kaynamaya bıraktım. Demlik ve cezve bulamamıştım, aramakla uğraşmak istemiyordum. Suyun kaynamasını beklerken parmaklarımla tezgâhta ritim tutarak gecenin sonunda yaşanacakları düşündüm.

Mark'a güzel bir oyun oynayacaktık.

Ama muhtemelen o hiç keyif almayacaktı.

Su fokurdayınca bardağa aktardım ve sallama çayı içine koyup demlenmesini bekledim. Sıcak bir şeyler içmesi gerekiyordu, ardından yanımızda getirdiğimiz ilkyardım çantasını isteyecek, ateşini ölçecektim. Kupayı kenarından tutup mutfaktan çıkarken loş ışıkta abilerime yakalanmamaya çalıştım, onlar kafa kafaya vermiş konuşurken basamakları çıktım.

Karanlık koridoru yürümeye başlarken altdudağımı gergince ısırıyordum. Kupadaki duman yüzüme süzülüyordu. Baskın öncesi herkesin birkaç saat dinlenmek istediği yerde yürüyen, gerilen, heyecanlanan sadece bendim. Deren'in kapısı önünde durunca gözlerimi indirip göğüskafesime baktım. Kalbimin dışarıya çıkmayı istiyormuş gibi çarpışı kıyafetimi de ileriye itiyordu.

İçeriden öksürük sesini duydum.

Kapıyı açıp bakınca Deren'i ayakta buldum. Belinden silahını çıkarıyordu, ceketini de çıkarmıştı. Kafasını bana kaldırınca kapıyı kapatıp sırtımı yasladım. Durup elimde tuttuğum kupaya baktı, beni süzdü ve sonra tekrar kendisine döndü. Kemerini çıkarmaya başladı. Parmaklarının yavaşlığını, kayışın metalden kurtulmasını izlerken kendisine yaklaştım. Elim kupayı sararken karşısında durdum. Bu kadar yaklaşınca kafasını kaldırıp tekrar baktı, ben ise hâlâ parmakları arasından yavaşça kayıp pantolon belinden ayrılmak üzere olan kemerini izliyordum. Kemerin birkaç santim altındaki pantolon ağı gerilmişti ve sertliğinin pantolonuna yaptığı baskıyı görebiliyordum. Kemeri tamamen çıkarıp yatağa fırlattığında tenime indirmiş kadar ürperdim ve kesik bir nefesle dudaklarımı yalarken, gözleriyle karşılaştım.

Ağır nefesimi takip ederek gözlerime çıkmıştı. Ne düşündüğümü biliyordu.

Omuzlarını geriye atıp başını iki yana doğru yatırırken, "O ne?" diye sordu.

Dumanı tüten kupayı kendisine uzattım. "Hapşırıp öksürüyorsun, ılık bir şeyler içmen sana iyi gelir."

Kafasını eğip tüten dumana baktıktan sonra bana yaklaştı. Hatta o kadar yaklaştı ki kupa göğsüne değerken vücudu da bana değdi. Karnımda sıcak, belirgin ağırlığını hissedince midemin duvarları ısındı ve uyuşukluk dizlerime doğru indi. Bilerek yaptığını biliyordum, üstü kapalı şekilde gözlerinde görüyordum. Benim bedenim de onun sertliğine yaslanırken, "Bu ılık değil," dedi alçak sesle. "Sıcak."

Konuşmak için derin bir nefes verince midem içeriye çekildi ve ağırlığı karnımda hareket etmiş oldu. "Birkaç... dakika beklersen ılıklaşacaktır."

"Üfle," diye emretti.

Aramızdaki hava ağırlaşıp yumuşarken, "Bekleyecek sabrın yok mu?" diye sordum.

"Üfle," dedi bir daha.

Dudaklarımı aralayıp kupaya doğru üflemeye başlarken Deren'in gözlerini kırpmayışı o heyecanımı alevlendirdi. İstediği çaya üflemem falan değildi, onu tahrik etmeye devam etmemdi. Daha kişisel, özel, gizli bir şey arzuluyordu. Dudağının köşesini ısırırken aklından neler geçtiğini duyabiliyordum. Gözleri dudaklarımı izlerken karnımdaki sertliği daha da ağırlaşıp büyüyordu.

"Yeterli mi?" diye sordum, dudaklarımı geri çekip.

Bir anda çenemi altından kavrayıp, "Hayır," diye hırladı.

Çenemin altındaki baskıyla kalbim hızlanırken, kupadaki çaya biraz daha üfledim ve Deren'in yüzü yaklaşırken bakışlarımız birbirinden hiç kopmadı. Dudağını o kadar sert ısırıyordu ki, aynısını yapmak isterken buldum kendimi. "Bence ılıdı artık."

Diğer elini gömlek yakasına götürüp düğmesini çözerken, "Kapıyı kilitle," dedi, bir anda.

"Kilitleyemeyiz," diye fısıldadım.

Parmaklarını, isminin çıktığı dudaklarıma sertçe bastırıp gözlerini sımsıkı kapattı. Sıcaklığına alışkın şekilde kıvranarak bacaklarımı birbirine bastırırken, Deren de işaret ve ortaparmağını dudaklarım arasından içeriye kaydırdı. Ağzım çoktan açılmıştı o parmakları için. Parmak uçları ıslak ağzıma değince, "Siktir," dedi, daha da sertleşerek. "O lanet kıyafetinin altında böylesin değil mi? Bu kadar ıslaksın?"

"Hayır," dedim.

"Bana yalan söyleme, seni o kapıya yaslar bakarım."

Parmakları dişlerime sürtününce dilimi hafifçe parmak ucuna dokundurdum ve o an Deren'in gözleri hızla açıldı. Kara gözlerini teslimiyet içinde görmenin hazzı beni doruklara çıkardı. Alev rüzgârı başımı döndürüyordu. Deren'in gözleri dudaklarımı, yüzümü, vücudumu izledi ve sonra bir an sonra havamızdaki o hava çatladı. Dişlerini sıkıp parmaklarını hızla ağzımdan çıkardı ve arkasını dönüp uzaklaşırken birkaç kez öksürdü.

Çatlayan hava üzerime düşmüş gibi irkildim ve geriye çıkıp ağzımı zorlukla kapattım. Gözlerimi kupaya indirdim, artık duman tütmüyordu. Nefesimin dinmesini beklerken saniyeler geçti ve ikimizden de tek sözcük çıkmadı. Başımı çevirip komodine baktım ve yavaşça oraya ilerledim. Kupayı bırakırken çıkan ses yüzünden Deren başını kararsızca çevirip baktı. Gömleğini pantolonun içinden dışarıya doğru çıkarıyordu. 

Kaçamak şekilde bakarak fısıltıyla, "Ilıdı, iç," dedim.

O da bana kaçamak şekilde baktı. İkimiz de birkaç dakika önce yaşanan anın yoğunluğundan kurtulmak istesek de yapması gerçekten çok zordu. Ağır adımlarla yanıma kadar geldi ve eğilip kupayı aldı. Geriye çekilip birkaç yudum içmesini izledim.

Ve sonra bana, "Bugün nasılsın?" diye sorunca afalladım.

Parmağım tulumun fermuarını bir aşağı bir yukarı çekerken, "Saatlerdir beraberiz, neden yeni karşılaşmış gibi nasıl olduğumu soruyorsun?" dedim.

Koluna doğru hapşırıp gözlerini yumdu, açtığında bakışları biraz sulanmıştı. "Karina için nasılsın? Bugün onu daha fazla mı özlüyorsun? Ya da bugün onun hakkında ne düşünüyorsun?"

Gerçekten Karina hakkında konuşmaya çok açıktı, duygularımı benden dinlemek istiyordu. "Mutsuzluktan ölüyorum," dedim, duygularımı daha iyi anlatacak başka şey gelmemişti o an aklıma. "Öleli aylar oldu ama ben... hâlâ aç mı yoksa tok mu öldü diye düşünüyorum."

Aramıza bu kez bir ölümün ağırlığı girince Deren gözlerini üzerimde dolaştırdı. "O yüzden mi hiç iştahın olmuyor?" diye sordu. "Bileklerin incecik, kopacak gibi. Belin de bir avuç kalmış, gün geçtikçe ufalıyorsun sanki. Dünyada daha az yer kaplıyorsun ve bakınca... bu hiç hoşuma gitmiyor."

"Bu yüzden ve daha bir sürü şey yüzünden..." parmaklarımla kirpiklerimi temizledim. Ya ben ağlamaya çok alışkın olduğumdan ya da gerçekten gözlerim dolduğundan yapmıştım bunu. "... yemek yerken, su içerken, gülümserken aklıma hep Karina'm geliyor ve ben hepsini yapmayı bir anda kesiyorum."

Kaşlarını çatıp sertçe yutkunurken söylediklerimin hepsinden rahatsız oluyormuş gibiydi. Nefes alırken nasıl zorlandığını görüyordum. "Seni mutlu edecek bir şey yok mu?" diye sordu. "Söyle, yapmak istiyorum."

Aramızdaki dengesiz ilişkinin bizi götürdüğü yerin burası olması, onun beni mutlu etmek istemesi kulağa tuhaf geliyordu. Bunun kendi elinde olması da daha tuhaftı. "Bir şey var," dedim. "Hatta iki şey. Nil ile sen. Nil ve seninle bir arada olmaktan mutlu olurum."

Gözlerime bakarken bir an çaresiz göründü. Sanki en istenmeyecek şeyi istiyordum. Bunun haricinde her şeyi yapardı ama sanki bunu yapmak ölesiye zordu. Gözlerini cama doğru çevirip ormandaki rüzgâra bakarken, "Keşke kızını sana geri getirebilseydim," dedi. "Bunun için her şeyi yapardım, kendimi bile feda ederdim."

"Neden?" diye sordum, o cevabı bana birkaç gün önce vermiş olsa da.

"Çünkü sen benim âşık olduğum kadınsın."

İlkinde de bana bakarak söyleyememişti, başını önüne eğmişti. Bu kez de dışarıya doğru bakarken fısıldamıştı. Aynı kalp ağrısı, aynı şiddetle geldi; tatlı acı bir histi. Ona doğru yaklaşıp elimin tersini yanağına koyduğumda kirpikleri titredi. "Ateşin çıkıyor," diye fısıldadım. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

Yanağı elimin altında kasıldı. Elmacıkkemiğine gölge düşüren loş ışık onu olduğundan birkaç kat daha güzel gösteriyordu. "Çaresiz, güçsüz, zavallı... Acı çekiyorsun ve ben bunu bitirebilecek hiçbir şey yapamıyorum."

Parmaklarımın altındaki tenine hafif dokunuşlar bırakarak, "Neden onun elbisesini attın o zaman?" diye sordum, içimde yara olan şeyi. "Nasıl yapabildin?"

Gözlerini açarak bana çevirdi. "Bilmiyordum, yemin ederim!" Aksini düşünmeme kızmış gibiydi.

"Ama... Söyleme şeklin, benden intikam alır gibiydi." Yanağını bırakıp çektim elimi. "O kadar soğuk söyledin ki, bir anda buz gibi oldum. İçimden bir şeyler koptu sanki, herkes yapabilir ama sen..."

Havadaki bileğimi yakalayıp elimi başına doğru götürdü ve parmaklarım kısa saçlarının dibindeki pürüze temas etti. Bu, o gün kendisinde açtığım ufak yaraydı. "Öfkem baskın geldiğinde gözüm bir şeyleri görmüyor. Biliyorsun beni, çabuk kızarım her şeye! Sen de... Kafamı yardın, bir kez olsun gelip bakmadın. Hiç farkında değilsin değil mi, bana güzel bir şeyler demen için ölüp bittiğimin? Şu çayı getirdiğin için heyecanlandığımın?"

Dediklerini dinleyip düşünürken yaraya bakmak için parmak uçlarımda yükseldim. Kısa saçlarını kenara çekip kabuk bağlayan yaraya bakarken de, "Acıyor mu?" diye sordum.

"Hayır," dedi daha duygusuz bir sesle.

Saçlarını düzeltip yarayı kapattım ve geri çekildim. "Ya bugün söylediğin? Karina'yı kullandığımı söyledin. Senin de kızın var Deren, nasıl kurabiliyorsun böyle acımasız bir cümleyi?"

"Çünkü... seni affetmeye yakın hissedince kendime sinirleniyorum, acısını da senden çıkarıyorum! Çünkü sen böyle yaptın, acını benden çıkardın..." kesik kesik öksürerek boğazını ovaladı. "Nil'i görmek istiyorsun ama sen bana haftalarca göstermedin, hem de bizzat benim kızımı. Dönüp dolaşıp aynı sonuca varıyoruz ama bana yaptıklarını aşamıyorum, arafta hissediyorum. Diyorum tamam, canı çok yandı, o bile isteye kaçırmadı, sadece yanında tuttu, üzgündü, Nil'e zarar vermedi... fakat sonra bana yaptıklarını, söylediklerini, gözlerimin içine baka baka beni kandırışını hatırlıyorum. Daha iyi anlaşılabilmek için sormama izin ver... Ben sana aynılarını yaşatsaydım Karina'yı bana gösterir miydin?"

Kızımı kaybettikten sonra onu benden alan herkese karşı öyle kin dolmuştum ki, hayatım bu nefretin kendisi olmuştu. Ve bu nefret Deren'in hayatına kadar yayılmış, yakıcı bir ateşle onu kavurmuştu. Kızımı böyle kaybettikten sonra değil haftalarca, bir gün bile onu benden alan herkesten nefret ederdim. Beni çaresiz bırakan sorusu yüzünden bakışlarımı kaçırıp yanıtsız bırakmak istedim ama o cevabı gözlerimden okumuştu.

"Göstermezdin," dedi. "Hatta gerçekler ortaya çıktığı an beni öldürürdün."

"Hayır, seni asla öldürmezdim," dedim. Kalbimden sonra ruhumu da kaybedemezdim.

Bana inanmayarak önüne eğildi, kupaya doğru bakıp çayını içmeye devam ederken yüzüne vuran gölgeleri izliyordum. Bizi birbirimize götürecek, tamamen teslim edecek sonuca varamamanın hüznüyle içim burkuluyordu. Bana baktığında her zaman Nil'i ondan aldığımı hatırlayacaktı.

"Ama her ne olursa olsun," dedi, kararlı bakışlarını gözlerime çevirerek. "Mark'ı bitireceğiz, sana söz veriyorum."

İkimizin de buluştuğu ortak bir arzuydu onun bittiğini görmek.

"Bu gece büyük bir korku yaşayacak," dedim kararan gözlerimle. "Karina bulunduğunda..." parmaklarımı dudaklarıma götürdüm, çünkü kilitlenip konuşamamıştım. Sözcükleri çıkarmak ister gibi sertçe bastırdım dudaklarıma. "...vücudunun parçaları tam değilmiş."

"O ne demek?" diye sorarken korkmuş gibiydi.

"O doktor kadın, Karina'dan böbreğini çalmış," dedim gözlerimdeki yanmayla. Gözlerim böylesine yanarken kalbim ölesiye buzdu. "Kendisi ameliyat etmiş, böbreğini almış, zaten o andan sonra... çok yaşamamıştır. Kısa süre sonra boğulmuş olmalı. O yaştaki bir çocuktan böbreğinin alınması... O kadın Karina'yı gördüğünde zayıflamış olduğunu, üzgün ve çaresiz göründüğünü söyledi. Hiç çıkmadı aklımdan o sözcükler. Kızımda bir boşluk açmışlardı, benden kalbimi, ondan organını almışlardı."

Deren'in elindeki bardağın düştüğünü ancak konuştuklarım bitince fark etmiştim. Ve onun sersem şekilde eğilip yerdeki bardağı aldığını da. Sanki programlanmış gibi bardağı komodine bırakıp kızarmış gözlerinin içiyle odaklanamıyormuş gibi baktı. "Sat... satmışlar mı?"

Onun, bu söylediklerimle acı çektiğine şahit olurken, "Bence öyle," dedim, dayanıklı olmaya çalışıp. "Muhtemelen zengin bir ailenin o yaşlardaki kızı için çok pa... paraya sattılar. Belki Karina'nın vücudunun bir parçası, onun yaşlarındaki bir çocuğun bedeninde."

Ağırlaşan yorgun sesiyle, "Karmen," diye fısıldadı. Elini kafamın üstüne koydu. "Neden bulmadın kime satıldığını?"

Kafamı avucuna doğru itip, "Bulmayı düşündüm ama bulduğumda bir şey yapamayacağımı fark ettim," dedim. "Varlıklı bir aile yasadışı yollarla onun böbreğini satın alıp kendi çocuklarının hayatını kurtarmışsa... gidip o kızdan böbreği mi alacaktım? Ne yapabilirdim sence? Hem... bu yalnızca varsayım."

"Bu varsayım değil," dedi ürpermiş bir sesle. Başparmağıyla okşadı saçımın üstünü. O bu saatten sonra benim başımı bile okşamaz demiştim, okşarmış. "Böbreği... elbette kazanca çevirip ihtiyacı olan birilerine sattılar. Bulmamı... ister misin? Kimse bulurum."

"Mark'ı süründürmek, öldürmek gibi önceliklerim var," dedim. "Belki sonra... buluruz."

"Buluruz," dedi anlayayım diye kafama hafifçe vurarak. Bunu yapmasını ne kadar özlediğimi yapana kadar fark etmemiştim bile. Bu yüzden sanırım ağlamak üzereyken o duygu kurtardı beni, kirpiklerime batan gözyaşları değil ufacık bir gülüşüm oldu.

"Saat neredeyse bir oldu," dedim geri çekilip. "Ateşin var, dinlen biraz."

Bir şey diyecekmiş gibi bakan gözlerine sırtımı dönüp odadan sessizce ayrıldım. Aşağıya indiğimde beni Salvador abim merdiven başında karşılayınca irkildim. Resmi bir gülümsemeyle yanından geçiyordum ki gözlerime bakarak tane tane konuştu. "Birbirinizin kaldığı odalarda vakit geçirmeyin. Sen patronsun, o koruma."

Abilerimin bu durumu epey ciddiye alması bir süre daha her şeyi zorlaştıracak gibi görünüyordu. Memnuniyetsiz sesimi bastırıp yanından geçtim ve sokak kapısını açarken, "Nereye?" diye sordu Dante.

"İlkyardım çantasını alacağım," diyerek sıkılmış şekilde kapıdan çıktım ve ilerideki Enrica'ya seslenip helikopterden ilkyardım çantasını getirmesini istedim. Birkaç dakika içinde geri dönüş yapınca teşekkürümü eksik etmeden eve girdim. Abilerimin üçü birden sorgulayıcı şekilde bakınca da ayağımı yere vurarak açıkladım. "Ateşlendi, ateşini ölçeceğim. Ayrıca öyle bakma Dante, arabasını yakmasaydın geceyi yağmurun altında geçirmemiş olacaktı."

Abilerim karşılık vermek üzereyken kaşlarımı çatıp hızla arkamı döndüm, basamakları sertçe çıktım. Onların saygınlığı varsa benim de vardı ve Deren benimdi. Yani... korumamdı.

Kaldığı odanın kapısını sessizce açınca onu yatağa uzanmış buldum. Gözleri kapalıydı. Sırtüstü yatmış, kolunu alnına yaslamıştı. İlerleyip yatağın kenarına oturduğumda gelenin ben olduğumu bildiğinden sanırım kontrol etmedi, öksürerek yüzünü buruşturdu. Çantayı açıp birçok malzeme içinden ateş ölçeri çıkardım ve ona yaklaştırırken, "Ağzını aç," dedim.

Önce sol gözünü, ardından diğerini açıp elime bakınca, "Gerek yok," dedi.

"Hemşirene ihtiyacın yok mu yani?"

Böyle söyleyince kabul edeceğini biliyordum, öyle de oldu. Gönülsüzmüş gibi ağzını açınca ateş ölçeri dudakları arasına koydum, mızmızlansa da ilgilenmemin hoşuna gittiğini kendisi söylemişti. Ateşinin otuz yedi buçuk olduğunu görüp düşünceli şekilde çantadan bir ateş düşürücü çıkardım, ona uzattım. "Ateşin çok yüksek değil ama artmaması için bir ilaç almalısın. Su getireyim mi?"

"Gerek yok," dedi tableti elimden alarak. Bir ilacı çıkarıp ne olduğuna bakmadan içti. "İnsan ne içtiğine bir bakar," dedim.

"Hemşireme güveniyorum," diyerek geri düştü yatağa ve kolunu alnına koyup gözlerini kapattı.

Onu dinlenmeye bırakmak adına hiç konuşmadım. Çantayı kapatıp yataktan kalktım ve cam kenarına ilerledim. Dakikalar geçtikçe sabırsızlanıyor, Mark'a yapacağımız oyunu düşünüyordum. Bu gece yanımızda Mark'ın bulup benim yerime koyduğu kadını getirmiştik. O kadınla Mark'a unutamayacağı bir oyun oynayacaktık.

Dakikalar sonra Rusya'nın yoğun rüzgârını bırakıp arkama döndüm, parmak uçlarımda yatağa ilerledim. Deren ilacı içtiği dakikadan beri hiç konuşmamıştı. Elimi yanağına koyunca hâlâ sıcak olduğunu fark ettim ama artmamıştı ateşi. Saat ikiye geçerken bile hâlâ odada sessizce yürüyor, Deren'i kontrol ediyordum. Bir ara gerçekten uykuya dalmıştı, ilacın etkisiydi. Uykuda dahi hapşırıp öksürmüş, beni endişelendirmişti.

Carlos'a haber vermeli miydim?

Suçlunun Mark olduğunu söylemiştim, o da bir şeyler yapmak istiyor muydu?

Bir ara ruhuma tekrar yaklaştım, o öksürerek yüzünü buruşturduğu sırada alnında biriken teri yumuşakça sildim. Öksürük sesi ciğerlerinden geliyordu, gerçekten üşütmüştü. Kalbini dinlemek için göğüskafesine eğildim ve soluklarının hırıltılı olduğunu duyarak üzüldüm. Ya daha da ağırlaşırsa? Deren'e ufacık bir şey olursa delirirdim, zaten acıdan kalmış çok az bir aklım...

Onu operasyon için kaldırmamayı düşündüm, uyumaya devam etmesini istedim. İşlerimiz bittiğinde, sabah olduğunda onu alırdık. Bana çok kızardı ama şimdi gelirse de koşuşturmacada terleyecek, daha da kötüye gidecekti.

Kararsızca alnındaki teri silerken aniden bir melodi yükselmeye başladı. Deren de o an uyandı, uykusundan sıçramıştı. Kafasını kaldırırken alınlarımız çarpıştı ve o bakışlarını odaklayıp ayılmaya çalışırken ben de telefon ekranına baktım. Uyanabilmek için alarm kurmuştu.

"Sen hiç dinlenmedin mi?" diye sorarak gözlerini ovaladı ve telefona baktı. "Saat gelmiş, abinler n'apıyor?"

"Hazırlardır," diyerek yüzüme vuran sıcak nefesinden geriledim. "Nasıl hissediyorsun? Ateşin düşmedi ama çıkmadı da."

Toparlanarak yataktan kalktı ve ayakları üzerinde doğrulup üstünü başını düzeltirken, "Sen hep burada mıydın?" diye sordu.

"Hemşireler görev yerlerini terk etmez," dedim.

Kaşlarını kaldırırken dudağındaki küçük kıvrımı gördüm.

Esneyerek ellerini yüzünde dolaştırdı ve omzunu kaşıyarak yatağın ucuna yürüdü. Yanımdan geçerken bana sürtünen vücuduna karşı dudaklarımı ısırdım. Telefonu ve silahını alıp yerleştirdikten sonra kemerini de pantolon beline takmaya başladı. İstemsizce giyinişini izliyordum.

Üstünü çıkarmasını izlemek gibi giyinmesini izlemek de çok hoşuma gidiyordu. Yakınlığımız yüzünden kemerin derisi elime çarptı ve ben elimi geri çekerken, Deren kemeri gümüş metalden geçirerek ellerini üzerinden çekti. 

"Abinler burada olmana neden karışmadı?"

"Muhtemelen beni bu kattaki başka odada sanıyorlar." Altdudağımı ne yazık, der gibi büktüm.

Sanki abimleri kandırmamdan memnun olmuş gibi omuzlarını geriye attı ve kapıya ilerlemeden önce yanağımdan makas aldı.

Gösterdiği bu yakınlıkla afallayıp elimi yanağımda tuttum, sonra onun arkasından odadan ayrıldım. O merdiveni inerken yan odaya geçip kapıyı tıklattım. "Yaman, gidiyoruz."

Bir dakika geçmeden kapı açıldı, hazır ve eksiksiz görünüyordu. Onunla aşağıya inerken üşüdüğümü hissederek kollarımı gövdeme sardım. Abilerim ve Deren dışarıdaydı, herkes uçağa yerleşiyordu. Saat üçü geçiyordu, Mark muhtemelen uykusunun en tatlı yerinde geriniyordu. Korumalar diğer helikoptere yerleşirken ben de çantamla beraber yürüdüm. Noah helikopterin önündeydi, ben yaklaşınca elimden tutup binmeme yardımcı oldu. Ben de eğilip yanağından öptüm. "Çok centilmensin."

Gülümseyip benimle bindi. Herkes gelirken oturduğu koltuklara yerleşmişti. Yaman yanımdan geçip Deren'in sağındaki koltuğa oturunca Deren öksürerek ona sertçe baktı.

Yaman ona düz düz bakıp cama dönerken ben de Salvador abimin yanına yerleştim. Gergindim, korktuğumdan değil de tekrar kızıma dokunan o adamla karşı karşıya geleceğimden. Sırtımı arkaya yaslarken Dante ile Noah'ın fısıldaştığını duydum, ilerleyen dakikalarda yaşanacaklar hakkında konuştuklarına emindim. Deren ise derin, hastalıktan sulanmış gözleriyle beni izliyordu. Ellerimi sertçe ovuşturup karanlık gökyüzüne bakarken, "Her şey yolunda gidecek," dedi Salvador abim. Sıktığım ellerimi tutup birbirinden ayırdı. "Bu gece o ev Mark'a tuzak olacak, korkudan kaçacak delik arayacak."

Karina kimbilir ondan ne kadar korkmuştur...

Yapma, demiş midir acaba.

Abimin elini sıkıca kavrayıp iki elimle birden tuttum. "Çok korkuyorum bana öyle bir cümle söyler de onun karşısında ağlarım diye. Ağlamak istemiyorum ama Karina'dan bahsederse..."

"Orada bitirirsin işini, o an," dedi, gözlerini kısa saçlarımda, yüzümde dinlene dinlene gezdirerek. "Kimse sana meydan okuyamaz. Sen; benim güzel, güçlü kız kardeşim... Yangınını o başlattı ama sen bu ateşte küllerinden doğarken o, kül oluncaya kadar yanacak. Bana inanıyor musun? Ya da bırak beni... Kendine inanıyor musun? Ona her şeyi yapabilecek güçte olduğuna?"

İçimdeki öfkeye, kine, kalbim Karina'mın sevgisine inanıyordum. "Ağlayacakmışım gibi baktığım belli oluyor mu peki? Çünkü hep öyle hissediyorum."

"Hayır, aksine; güçlü bakıyorsun."

Ellerimi, abimin kocaman elleri içinde gezdirip rahatlamaya çalıştım. Dinlendiğimizin farkındaydım, bu yüzden konuşmama devam etmedim. Göz ucuyla Deren'e baktım ve abim eğilip yanağımdan öperken, elini bir an olsun bırakamadım. 

"Mark'ın evine yaklaştık," dedi abim, birazdan. Sırasıyla gözlerini herkesin üzerinde dolaştırdı. "İlk alçalan diğer uçak olacak, yere inmeden ateş açmaya başlayacaklar. Etraftaki korumaların ölmesi birkaç dakikayı bulacaktır. Mark, zaten tetikte olduğu için seslere uyanıp evinin bodrum katına inip en güvenli yere, sığınma alanına geçecektir. Onun oraya inmesine izin vereceğiz ve sonra Karmen'in kurduğu planı devreye kendisi sokacak. Biz o sırada helikopterde olacağız, Mark gelenin yalnız Karmen olduğunu sanacak..."

Deren sırtını koltuktan ayırdı. "Karmen eve tek mi girecek? Müsaade etmem."

"Niye tek girsin aptal?" dedi Dante, dişleri arasından. "Koruması değil misin? Onunla olacaksın."

Deren yatıştı. "Adım geçmeyince yanlış anladım."

Salvador abim ekledi. "Karmen’le plan üzerinde anlaşmaya vardık, onun sözünden dışarıya çıkıp bir şeyleri mahvetme."

"Yaman?" diye sordu Deren. "O ne olacak?"

"Merak etme," dedim. "Yaman'ına bir şey olmaz, endişelenme."

"Ne endişeleneceğim," diye umursamaz bir karşılıkla önüne dönünce, Yaman anlamayarak kaşlarını çattı.

O esnada alçaldığımızı fark edince dönüp camdan dışarıya baktım. Diğer helikopter daha da alçaktaydı, kapıları açılmıştı. Alçakta rüzgâr çok yoğun olmasa da korumaların dikkatli davrandığını görüyordum. Mark'ın bahçesindeki korumalar koşuşturmaya başlamışlardı bile. Enrica'nın helikopter kapısına kadar yaklaştığını, tüfeğini kaldırdığını seçtim. Bahçedeki korumaları bir bir öldürmeye başladı ve adamlar yere yığılırken helikopter tamamen yere indi. Enrica'nın ardından üç koruma daha helikopterden inip sağ kalan birkaç korumayı da öldürünce, etrafta canlı hiç kimse göremedim.

Mark'ın evinin ışıkları yanmaya başladı.

"Fark etti," dedim.

"Evet," dedi Noah. Hepimiz evi, araziyi izliyorduk.

Bizim uçak da yere indiğinde hostes kapıları açtı. Rusya'nın soğuğu içeriye girince nefesim kesildi. Abilerim içeride kalırken korumalarımla beraber dışarıya çıktık. Gözlerim o büyük, görkemli eve döndü. Mark anlamış, hatta bizleri görmüş olabilirdi.

Korkusunu seziyordum.

Çantamı açıp silahımı çıkardım ve dönüp abilerime baktım. Görünmez bir açıda, uçağın içindelerdi. Onlarla bakışıp yanımdaki iki adama döndüm. "Beni takip edin."

Deren belinden silahını çıkarıp bana yaklaştı ve elini bir anda üzerime, göğüslerime götürdü. İrkilip ne yapıyorsun, der gibi baktığımda, "Çelik yeleğini," diyecek oldu ama konuşamadı. Salvador helikopter içinden bağırdı. "Kardeşime dokunma! N'aptığını sanıyorsun?"

Deren gözlerini kapatıp soludu. "Çelik yeleğini kontrol ettim aptal!"

"Benim kardeşim geri zekâlıya mı benziyor? Elbette giydi çelik yeleğini!"

Deren karşı bir hamle yapacak oldu ama gözlerimle onu uyardım. Bu dakikadan sonra yalnızca Mark'a odaklanmak istiyordum, hepimizin önceliğinin o olmasını istiyordum. Deren gözlerimi görüp oflayarak kafasını diğer tarafa çevirince rahatlayıp ileriye yürümeye başladım.

"Dikkatli ol," diye seslendi Noah, arkamızdan.

Omuzlarımı dikleştirip koşmaya başladım ve Deren'le Yaman da beni takip ederken, rüzgâr suratıma doğru çarptı. Malikânenin merdivenlerini çıktım ve kapıyı açıp evden dışarıya çıkmış olan korumayı görünce, sol tarafımdan geçen kurşunu fark ettim. Deren bir saniye bile beklemeden korumanın kafasına sıktı ve adam kapının önüne, alnında bir delikle düştü. 

"Adam daha silahını kaldıramamıştı," dedi Yaman.

"Silahını kaldıramasın diye vurdum zaten. Ama keşke silahını kaldırınca seni önüme çekip kurtulsaydım senden."

Belli ki onlar birbirlerine laf atmaktan vazgeçmeyecekti, bu noktada onları umursayamazdım. Mark'ın evinden içeri girip silahımı göz hizamda tutarak etrafıma baktım, kimse görünmüyordu. Muhtemelen herkes korumak için Mark'ın yanına ulaşmışlardı. Gözüme kestirdiğim merdiveni çıkmaya başladım, Deren ile Yaman peşimden gelirken silahımı her an kurşun atacakmış gibi tuttum.

İki kat üste çıktık ve bir kat daha çıkmaya fırsatımız olmadan aniden kendimi bir silahın hedefinde hissettim. Üçümüz, birbirimize dahi bakamadan aynı anda eğildik ve kurşun kafalarımızın üzerinden geçip duvarda sekerken, gözlerimizi karşıya çevirdik.

Mark, yanında korumalarıyla merdivenin diğer tarafındaydı.

"Bana baskına geldiniz," dedi, kafasını sallayarak.

"Belki de öldürmeye," dedim, dizlerimin üzerinden doğrularak.

Mark'ın gözleri bir süre gözlerimde kaldı. Kızımın katiline baktığım gerçeğini kafamdan geçirirken bile delicesine acı çekiyordum ama yüzüme hiçbir şey yansıtmamaya kararlıydım. Gözlerinde bir panik havası görünse de derinlerde onu koruyan bir şey varmışçasına rahattı. Bakışlarını bir süre Deren'de dolaştırıp, "Korumanla gelmişsin," dedi.

Deren adına konuşup, "Seni öldürmek için çok hevesli," dedim.

Mark gözlerini merdivene indirdi, etrafı kolaçan ediyordu belki de. Bana tekrar döndüğünde, silahını kaldırarak, "Rüyasında görür," diye fısıldadı ve merdivenden inmeye başladı.

"İşim gücüm yok rüyalarımı sana ayıracağım..."

Üçümüz de aynı anda koşmaya başladık, Deren ve Yaman'ın tam teslimiyetle beni takip etmesi az sonra yapacaklarıma da itaat edecekleri anlamına geliyordu. Mark, biz merdivenin başına gelene kadar aşağı kata kadar koşmuştu. Korumalara bağırdığını, dikkatsizliklerine küfrettiğini duyuyordum. Korkuluğa doğru eğilip ona yukarıdan seslendim. "Kaçmanı izlemek çok komik."

Deren, o sırada sanırım korkuluktan kaymamam için belimden tuttu.

Mark ise alt kattan sesimi duyup kafasını kaldırdı, bana ortaparmağını gösterdi.

Deren bir an aşağı kata atlayacak gibi görünürken, ben Mark'a hedef alıp kurşunu sıktım ve kurşun sekerken o bağırarak koşmaya devam etti. "Resmen ortaparmak çekti sana," dedi Yaman, onu nadiren duygularını dışa vurmuş görebildiğim için şaşırdım. “Vur de vuralım Karmen.”

Deren de şöyle bir dönüp baktı ona. "Seninle bazı durumlarda hemfikir oluyoruz, bu beni ürkütüyor."

İkisine oflayıp göğüslerinden ittim ve aralarından geçerek koştum.

"Sıkıldım bu kovalamacadan," diyerek yanımdan öyle bir fırladı ki Deren, koşmaya başladığımızdan beri aslında beni geride bırakmamak için yavaş koştuğunu anladım. Bir an durup onun kuvvetli koşuşuna baktık ve ardından hızlandık, o Mark'a yetişirken biz de ona yetiştik.

Deren'in Markla aynı kata ulaştığını, bağırma seslerinden anladım ve ben de nefes nefese o giriş katına ulaştım. Burası bir salondu ve Deren Mark'ı burada kıstırmış, silahını ona doğrultmuştu. Bir koruma da silahını Deren'in kafasına hedef almıştı, fakat gözü kara Deren bunu umursamadan Mark'a yürüyordu. Mark'ın o korumaya göz kırptığını gördüm ve son basamağı da inerken, adamın silahını hazırladığını.

Tetiği çekerken düşünmedim bile. O adamı alnının ortasından vurup yere düşürdüm.

Deren, sanki bunu yapacağımı görmüş gibi hiç şaşırmadan Mark'a ilerlemeye devam ederken, Mark'ın arkasındaki korumalar bize dönüp aksiyon aldılar. Yaman kendiliğinden önüme geçip bana siper olurken, Mark salonun ortasına kadar gerileyip Deren'e, "Aptalsın!" diye bağırdı gülerek. "Karmen Russo'ya aldanıyorsun! Gözlerini aç, seni zaten aldatmış, beni de aldattı, bundan sonraki erkeklerini de aldatacak... Onun için ölmeye değmez."

"Ölmeye de değer, öldürmeye de."

Kalbim sessizliğe meydan okuyarak çarpıyordu. Yaman'ı önümden ittim ve içimden Deren'in bunu yapmamasını diledim, öfkesine yenilip Mark'ı öldürmesini istemiyordum. Mark'ı öldürmek benim Karina'ma borçlu olduğum bir şeydi.

Onların karşılıklı durduğu bölgeye yaklaşıp silahımı Mark'a tutarken Deren'e baktım. Yüzü kızarık ve terliydi. O da belki benim gibi Mark'a bakarken Karina'yı ya da benim çektiğim acıyı hatırlıyor, bu yüzden her an tetiğe dokunacakmış gibi elini hareket ettiriyordu. Türkçe şekilde, "Yapma," dedim ona. "Planım var, vurma sakın."

Deren bana bir karşılık vermeden, "Neden?" diye sordu Mark'a. İtalyanca konuşuyordu. "Neden intikamını bir bebekten aldın?"

Deren... Bu insani bir soru, o çoktan insanlığını kaybetmiş, görmüyor musun?

Başımı çevirip aralarına geçerken Mark'a doğru baktım. Çenesini kaldırmış, silahını sağ tarafında tutarken gözlerini bana çeviriyordu. "Karmen bana ihanet etti, beni abisinin en yakın arkadaşıyla aldatıp kaçtı. Her ihanetin olduğu gibi bunun da bedeli olacaktı."

Biricik kızım benim... kalbimin kendisini ifade ederken, Mark için yalnızca bedeldi.

"Bir ihanetle çocuğun ölümü kıyas edilebilir mi?" diye haykırdım, kontrolümü kaybettiğimi hissederek. "Seni ben aldattım, onun suçu neydi? Beni öldürseydin!"

"Onu da değil, Carlos'u!" diye haykırdı Deren. "Ona neden hiçbir şey yapmadın, korktun değil mi? Karmen yalnızdı, savunmasızdı, bu yüzden ona saldırdın!"

Mark öfkeli gözlerini ona dikip burnundan soluk alıp verirken, kaybettiğim kontrolle onun üzerine doğru yürüdüm. Mark geriye doğru yalnız bir adım attı, yutkunarak silahına baktı. Onun ellerinin, Karina'mın boynuna nasıl dolandıklarını düşünerek, "Bu hayatta en korkman gereken şey ne biliyor musun?" diye sordum.

O Rus sarısı saçlarını alnından çekip, "Nedir?" diye sordu.

"Bir annenin acısı."

Silahımı kaldırırken bir patlama sesi duyup abilerimin istediğim hamleyi yaptığını anladım. Herkes aynı anda eğildi ve Mark'ın arkasındaki cam parçalara ayrılırken Rusça küfürler duyuldu. Korkmuş gibi davranarak cama bakarken Deren kolumdan çekip beni yere yatırmaya çalıştı. Bu fırsatı değerlendiren Mark ise hızla doğrulup kendini duvara attı, ardından korumalarına kendisini korumasını emreden bir hareketle aşağı kata indi. Deren kaçmaması için derhal doğrulup silahını yöneltiyordu ki, onu kolundan tutup sessizce, "Hayır," dedim.

Deren kaşlarını çatsa da planım olduğunu bildiği için karşı çıkmadı. Doğrulup kendisinin peşine düşecekmiş gibi davranırken, Mark'ın hızla indiğini gördüm. Bir süre mesafeyi açmasını sağladım, ardından hızla kalktım ve Deren’le Yaman beni izlerken sokak kapısına koştum. Kapıyı açınca Noah'ı, yanında iki koruma ile buldum. Yanlarında da o kadın vardı. Benim yerime geçen kadın bir kez daha benim yerime geçecekti ama ölü olarak.

Korumalar ise Mark'ın yaraladığımız korumalarındandı, abilerimin gereken konuşmayı onlarla yaptığı açıktı. Korumaları ve o kadını içeriye alıp abime, "Mark seni görmeden uzaklaş," dedim.

"Dikkat et," dedi ve arkamdaki Deren’le Yaman'a göz attı. "Her şey konuştuğumuz gibi mi?"

"Evet abi."

Noah ayrılınca yaralı korumalara peşimden gelmelerini söyledim ve o kadının kolundan tutarak ilerledim. Üzerimizde aynı kıyafetler vardı, tıpkı benim gibi giydirmiştim onu. Deren ile Yaman, korumaları göz hapsine alırken kadınla yürüdüm. Deren sorgulayıcı şekilde, "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sorunca, "Onunla, bir kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacağım," dedim.

Omuzlarından yaralı korumalara döndüm ve kadın kolumdan kurtulmak ister gibi bana bakarken, "Bu kadını öldürdüğümde, cesedini alarak aşağıya ineceksiniz," dedim. "Mark'ın kaldığı sığınağın kapısına kadar gidip beni öldürdüğünüzü söyleyeceksiniz, an an sizi takip edeceğim. Eğer herhangi bir hata yaparsanız o saniye öldürürüm. Dediklerimi yaparsanız da karşılığını alırsınız."

Yaralı korumalar birbirlerine bakıp bunun ölmekten daha iyi bir seçenek olduğunu bildiklerinden baş salladılar. O sırada yanımdaki kadın çoktan bana yalvarmaya, korkuyla, "Beni öldürme," demeye başlamıştı.

"Kızımı elbirliğiyle öldürdünüz," dedim ve kadının gözlerine bakarken silahı çevirip doğrudan kalbine sıktım. Gözleri açık şekilde önce üzerime, sonra arkaya doğru düştüğünde acımasızca onu ittim. Ona bu kadar acımasız davranmamı sağlayan şey, Enrica'nın edindiği yeni bilgilerdi. Kadının her şeyden haberi vardı, benim yerime geçtiğinden ve Mark'ın amacından. Zaten kadını ilk başta öldürmeme amacım buydu, hakkındaki gerçekleri öğrenmeyi beklemiştim.

Kadın, gözleri açık şekilde yere düşünce üzerime sıçrayan kana yüz buruşturdum ve o sırada Deren'in irkilmiş bakışlarını üzerimde hissettim. Birisini öldürdüğümü ilk kez görüyordu, [SE3] hafif bir şaşkınlık vardı üzerinde.  Gözlerini üzerime sıçramış kana kaydırınca, kadını önümden itip ona yaklaştım. "Âşık olduğun kadın bu."

Yaman bizi izlerken, Deren'e sırt çevirdim ve titreyen korumalara dönüp, "Şimdi aşağı ineceğiz," dedim sertçe. "Ben ve korumalarım saklanırken siz Mark'a beni öldürdüğünüzü söyleyip bu kadını yüzüstü yere bırakacaksınız. Mark elbette yüzünü çevirip bakmayı düşünecektir ancak ilk aşamada aklına bu kadın asla gelmeyeceği için çok sevinecektir. Rolünüzü inandırıcı oynayın, bana yeter."

Birbirilerine bakıp ardından bana döndüler. "Sonra bizi öldürecek misin?"

"Bana yardım ederseniz karşılık bile veririm, öldürmem," dedim.

Onaylamak için beklemediler, yapmak üzere yere eğildiler. Benim yerime geçirdiğim kadını alıp sürüklemeye başladıklarında, yukarıda bir çatışma olmuş izlenimi oluşturmak için etrafa rasgele kurşunlar sıkıp camları indirdim. Ardından şaşkın görünen Deren ile Yaman'a merdivenleri göstererek korumaların ardından indim. Silahımı elimde sallayarak son basamakta durdum ve Deren’le Yaman da arkamda yerlerini aldıklarında, korumalara kafamı salladım. Bunun üzerine kadını yüzüstü yere bırakıp sığınağın zırh gibi kapısına vurmaya başladılar. "Efendim! Efendim! Buraya bakmanız lazım!"

Kadın benimle aynı kıyafetlerin içinde yüzüstü yatarken aynı ben gibiydi.

Deren'in kolunun koluma yaslandığını, hepimizin sessizce nefes aldığını duyarken, Mark'ın korumalarına, "Kimsiniz?" diye sorduğunu duydum.

"Efendim benim, korumanız!"

Mark sessizce sordu. "Yanınızda birisi var mı?"

"Yalnızca bir ceset efendim."[SE4] 

Mark bir süre sessiz kaldı, ardından kapıyı o değil de koruması açınca korumayı siper olarak kullandığını anladım. Bu kendisiyle beraber aşağıya inen korumalardan birisiydi. Koridora bakıp sonra gelen adamlara, ardından yerde yatan cesede baktı. Şaşkınlıkla arkasını döndü. "Mark Bey, bakmalısınız efendim!"

Ardından kapı sonuna kadar açıldı ve Deren'in eli elime değerken Mark'ın dışarıya bir adım çıktığını gördüm. Önce gelen korumalarına, sonra da yere doğru baktı. Kadının kısa saçları yüzünü kapatıyordu. Mark hayret dolu bir sesle, "N'aptınız, vurdunuz mu?" diye sordu.

"Efendim, çatışma sırasında oldu," dedi adam, korkuyormuş gibi bir sesle. "Korumalarımız dışarıda diğer adamlarla çatışıyor hâlâ, ben Karmen Hanım'ı..."

Mark biraz daha ileriye çıktı ve inanamayarak yerde yatan cesede bakarken, "Baktınız mı?" diye sordu. "Ölmüş mü?"

"Evet," dedi adam, aynı korkulu sesiyle. "Efendim... Abileri, abileri beni bulup öldürür mü?"

Mark aşağıya, koridorda uzanan kıpırtısız cesede bakarken bir anda derin kahkahalar atmaya başladı. Elbette diğer kadın olduğu aklına gelmemişti, ben olduğumu sanıyordu. Koridoru kaplayan o kahkaha sesine nefret duyup titrerken, Deren'in elinin tersi benim elimi okşadı. Dönüp ona baktım ve gözlerinin alevlerine rağmen sakinleştiricimi bulmuş kadar oldum. 

Mark'ın kahkahaları çınlamaya devam ederken o sırada onunla sığınağa inmiş korumalardan birisi de gülmeye başlayıp eğildi. Elini cesedin boynuna götürdü, sonra da heyecanla, "Evet efendim," dedi. "Ölmüş!"

Mark gülerken silahı elinden düştü ve bununla beraber birkaç koruma da eğleniyormuş gibi güldü. Öncesinde iyice bir neşelenmesini, sonra bir anda acıyı hissetmesini istiyordum. "Aptal Karmen! Abilerini bile almadan geldi, o yanındaki beceriksizler de koruyamadı onu."

Deren'in parmakları kasıldı.

"Efendim," dedi cesedin başından doğrulan koruma. "Karmen Russo öldüyse... Karina'ya ne yapacaksınız?"

Karina'ya... daha ne yapabilirdi ki?

"Abileri Karmen'in ölüm haberini almadan burayı terk etmeliyiz," dedi Mark, gülmeyi kesip cesedimin başına yaklaşırken. Dizini kırarak eğildi ve elini cesedin kısa, aynı bana benzeyen siyah saçlarında dolaştırdı. Sanırsınız o an saniyeler, derimde dolaşan bir canlı kadar gerçekti. Hissettiklerim karanlıktı. "Gözlerinde beni öldüreceğini gördüğümde az kalsın söyleyecektim Karmen'e, az kalsın kızını son kez görme şansı olacaktı... Karina öleli aylar oluyor, hayatımın garantisi için o fişi çekmemiştim ama artık vakti geldi Valeri. Karmen öldüğüne göre Karina'nın fişini de çekebiliriz. Çünkü Karmen öldüyse artık Karina bile hayatımın garantisi olamaz. Tüm hızımızla Russolardan kaçmalıyız."


BÖLÜM SONU.